Barış isteme de ne istersen iste!
Başbakan Davutoğlu, İran’a giderken yolunu çevirip Silopi’ye indi! Daha bir gün önce Demirtaş’ın Diyarbakır’da “cuma namazı” çağrısı yapmasını “Kutsal cuma ibadetini istismar” sayan Başbakan, cuma namazını Silopi’de kıldı; namazı bir Hükümet propagandasına dönüştürdü.
Başbakan; “Devlet kudretini gösterdi. Bundan sonra da şefkatini gösterecek” diye buyurdu!
Başbakan yine vaatlerini yineledi. Sanki bir kent binalardan ibaretmiş gibi Silopi’yi nasıl yeniden inşa edeceklerine dair bildik iddialarını yineledi.
Sanki Silopililer hükümetin yaptığından pek mutluymuş gibi gösterildi. Bir öğretmen adayının tayin istemesi, esnafın destek talep etmesi, bir babanın oğluna iş istemesi, esnafın müşteri bekliyor olması... öne çıkarılıp “Bakın Silopililer artık normalleşmiş. İş güç derdine düşmüş!” havası verilmek istendi.
SİLOPİLİLER BARIŞ İSTİYOR!
Ama aylardır kentin dışında kalıp evlerine dönmek niyetiyle mahallelerine gelen Silopililer, evlerinin yerinde bir enkaz buldular. Bazıları evlerini yerini bile bulamadı. Ama mahallesini, sokağını, evini kaybeden her Silopilinin öncelikli talebi barış! Bölgede yapılan gerçekleri yazan gazetecilerin yaptığı haber ve röportajlarda bu açıkça görülüyor. Gerek bölgedeki halkın sözcüsü durumunda olan kişi ve çevreler gerekse sıradan vatandaşlar aynı talebi dile getiriyorlar: “Bir an önce barış olsun ve sorunun barışçıl yollardan çözümü için yeniden müzakere masasına dönülsün!”
Güvenlik güçleriyle anlaşma içinde, Silopi’den geriye kalan enkaza dönmüş sokaklarda dolaşan iliştirilmiş gazetecilerin, sokakta rastladıkları insanlara (Kadın, erkek, çocuk yaşlı, önceden ne söyleyeceği öğretilmemiş herkes) sordukları sorular hep aynı taleple karşılanıyor: Barış!
Evet Silopililerin, Diyarbakırlıların, Cizrelilerin, Nusaybinlilerin, İdillilerin, Yüksekovalıların, Şırnaklıların... bu operasyonlardan en çok canı yanan halkın, ekmeğe de, işe de barınağa da, parka da, okula da, sağlık kuruluşuna da ihtiyacı var. Bunları istemek de elbette hakları; ama en çok barışa ihtiyaçları var. Çünkü onlarca yıllık deneyimlerinden biliyorlar ki, barış olmazsa ne karınlarını doyuracak ekmeğe, ne işe, ne de eve, okula, hastaneye sahip olmaları olanaklı değil. Sahip oluyor göründüklerinde de bunlar gerçekten ekmek, iş, ev, hastane, okul değil! Onun için bölgedeki insanlar, “Her şeyden önce barış istiyoruz!” diyorlar.
BARIŞ KİMDEN İSTENİYOR?
İliştirilmiş gazeteciler ve sermaye basını halkın bu barış isteğini öyle sunuyor ki, sanki halk, Hükümetin bütün yaptıklarını “olumlu” ve “meşru” buluyor, “gaipteki” güçlerden ya da en fazla PKK’den barış istiyormuş gibi sunuyor. Oysa halk “Barış istiyoruz derken, elbette PKK’ye de söylüyor ama asıl olarak da ülkeyi yöneten, güvenlik güçlerine emir veren güç olarak, “barışı” Hükümetten istiyor. Yani bölge halkı “Yeter artık, barış istiyoruz” derken, Hükümeti, sorunun barışçıl çözümüne dair politikalara geri dönmeye çağırıyor.
Mantıklı olan da bu. Çünkü daha sekiz ay önce herkesin, “Kürt sorunu artık barışçıl biçimde çözülecek. Artık silahlar konuşmayacak!” dediği bir aşamadan bugün kentlerin tanklarla bombalanmasına kendiliğinden gelinmediğini Kürt halkı biliyor, görüyor. Dolayısıyla vatandaş, “Barış istiyoruz” derken kentlerin ve ülkenin bu hale gelmesine yol açan, Kürt sorununun çözümünde yeniden silahların konuşmasına dönen politikaları sorguluyor. Ve halk “Barış istiyorum” derken de en çok; “Dolmabahçe görüşmesi de yanlıştır. Barış süreci de yoktur. Masa da yoktur. Kürt sorunu da yoktur, terör sorunu vardır. Çözüm süreci buzdolabındadır....” diyen politikadan yeniden “Müzakere masasına dönülmesini” istiyor.
HÜKÜMET İÇİN EN TEHLİKELİ TALEP BARIŞ TALEBİ
Ne var ki Hükümet, yakıp yıkmaya, kentlerin topa tutulmasına kadar varan girişimlerde çok hevesli, yeni sokağa çıkma yasakları adeta müjdeyle ilan ediliyor. Yaktıklarını yeniden yapmayı da halkın aklını karıştırmak için sanki Hükümetin halka bir lütfu olarak sunuyorlar. Esnafa bol rakamlı krediler vadediliyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan, hükümet erkanı, AKP sözcüleri, ülkeyi hızla bir iç savaşa sürükleyen gelişmeler karşısında “kredi” diyor, “hibe” diyor, “yeniden inşa” diyor, “TOKİ” diyor, “herkese ev” diyor... ama “barışı” ağzına almıyor. “Son terörist yok edilinceye kadar mücadele sürecek” lafı matah bir buluşmuş gibi her vesileyle yenileniyor. Şimdi buna, “Yaz kış demeyeceğiz savaşı sürdüreceğiz” iddiası eklendi. “Mart ayında yeniden çözüm masasına dönülebilir mi?” diye iyi niyet ifade edenlere de Başbakan, “Mart ayının en müstesna günü 18 Mart Çanakkale zaferinin yıl dönümüdür” diyerek mart ayını da savaş ayı olarak ilan etti.
Gelinen noktada artık Erdoğan-Davutoğlu yönetimi için en tehlikeli talep barış talebidir!
BARIŞI BARIŞ GÜÇLERİNİN MÜCADELESİ GETİRECEK!
Silopililer, Cizreliler, Surlular, İdilliler... bölge illerindeki halk gibi aydınlar, akademisyenler, sanatçılar, ilerici demokrat çevreler, emek mücadelesinin ileri güçleri de bugün barış talebini öne çıkarıyorlar.
Bu güçler “Barış istiyoruz. Artık bu yıkım, ölümler bitsin!” diyor. Hükümet bu yüzden barış talep edenlere “Terörle mücadeleyi zayıflattığı” iddiasıyla saldırıyor; haklarında soruşturmalar açıyor, üniversitelerden attırmak için uğraşıyor. Yetinmiyor, barıştan yana yerel yönetimlere el konulması için hazırlıklar yapılıyor; kamu emekçilerinin işten atılması ve haklarında soruşturma açılması için genelgeler yayımlanıyor.
Evet, barış talebini ifade eden halk ve her çevreden demokratlar, ilericiler hükümetin sorunların çözümünde barışçıl politikalara dönmesini istemektedirler.
Ama herkes bilmektedir ki Erdoğan-Davutoğlu yönetiminden bu talep çok yaygın biçimde dile getiriliyor diye yanıt vermesi beklenemez. Tersine bu yönetim barış isteyenleri ezdikleri ölçüde kendi amaçlarına varacaklarını esas alan bir yolda ilerlemektedir. Bu yüzden barış talebi bir barış mücadelesiyle birleştiği ölçüde elde edilebilecek bir taleptir.
Kısacası, bugün gelinen yerde Türkiye’nin az çok barış içinde bir ülke olmasının şartı; Türkiye’nin işçi sınıfının, emekçilerinin, demokrasi güçlerinin, aydınlarının, akademisyenlerinin barış talebinin etrafında savaşa ve savaş politikalarına karşı mücadele edip etmemesine kilitlenmiştir.
Gerçek bir barış ve demokrasi cephesi de bu mücadele içinde olabilecektir.
Evrensel'i Takip Et