İradenin millileşme süreci
İradenin ait olduğu bireyin kişisel tahakkümünden kurtularak düşünmenin ve faaliyette bulunmanın toplumsallık ölçüt birimine dönüşmesi çetrefil bir süreçtir. Çetrefil bir süreç olduğu içindir ki başarının sırrı, süreci, sorunun ideolojik özünü ve yapısal kurgusunu doğru kavramış birilerinin yönetiyor olmasında yatar.
12 Eylül askeri darbesinin beş generali ilk adımı attılar, süreç başladı. Beş general darbecileri içeriğini ‘Milli Güvenlik Konseyinin kırmızı çizgilerle belirlediği ‘milli siyaset belgesi’ni icat ettiler, bu icatlarını öngördükleri ve öngörecekleri toplum projelerini halktan gizleyip uygulayıcılara talimat olacak kadarıyla bildirir biçimde tasarladılar ve yapılandırdılar; böylece iradeyi ait olduğu bireyin tahakkümünden kurtarıp toplum adına milleştirme yolunda gerekli ilk kısmi başarı sağlandı.
Beş general darbecilerinin zayıf noktası devletin örgütlenmesinde demokrasi, laiklik, hukukun üstünlüğü gibi değerleri esas alıyormuş gibi davranan anayasa gereği; parlamenter sistem adı altında gerçekleştirilen seçimlerde bireyin en azından oy kullanırken kendi iradesinin tahakkümünden bütünüyle arındırılmamış olmasıydı. Bu zaaf iradenin millileştirilmesinde önemli engeldi. Beş general darbecileri bu engeli aşmak için seçimle kurulan hükümetin kırmızı çizgilerin dışına taşarak siyaset yapmalarını engelleyen yasal düzenlemeler ve devlet organları tasarladılar. Ne var ki, bu önlemler iradeyi millileştirmedi. Birey tek tipleşti, kalıba sokuldu ama despotizmi eksik de olsa demokrasi sanarak ileriye dönük umudunu kaybetmedi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, laiklik, insan hakları gibi kavramlarla gelecek günler sevdasına düştü. Özgürlüğünün temeli olan egemenliğinin elinden alınarak millet egemenliğine dönüştürülmesini kendi yararına sandı. Egemenlik millet egemenliği oldu ama milli irade egemenliğine dönüşemedi. Birey, kendi gücünün elinden alınıp kendine yabancılaştırılarak kamu gücüne dönüştürülmesinden kıvanç duydu. Bireyin yabancılaştığı gücü kamu gücü oldu ama milli irade gücüne dönüşmedi. Mahkemeler kamu gücünü ‘millet adına’ hüküm kurarak ürettiler. Bu bir adımdı, istenen ise mahkemelerin ‘milli irade adına’ milli iradenin gücünü üretmeleriydi.
Beş general darbecileri devleti örgütlerken, seçimle kurulan hükümet ile cumhurbaşkanının aynı partiden ve ideolojiden olacakları varsayımına dayandılar: İlk cumhurbaşkanı beş generalin başı olacaktı, bu belliydi. Seçimleri de başkanı bir başka general olan ve beş darbeci generalin himayesinde onların girişimiyle kurulmuş, onların desteklediği siyasi partinin kazanacağına inanıyorlardı. Böylece bütünlük sağlanmış olacaktı; seçimleri tesadüfen, ola ki bir başka parti kazanırsa yetkileri arttırılmış cumhurbaşkanı o partinin kırmızı çizgilerinin dışına taşarak siyaset yapmasını engelleyebilecekti. Beş general darbecilerinin tesadüf dedikleri olasılık gerçekleşti; başından beri beş generalle birlik olan birisi beş general darbecilerine ihanet etti, ayrı bir parti kurdu ve seçimleri kazandı, önce başbakan sonra cumhurbaşkanı oldu. Böylece devlet milletin devleti oldu ama milli irade devletine dönüşemedi.
Süreç işliyor; aradan otuz yılı aşkın süre geçti. İradenin ait olduğu bireyin tahakkümünden kurtularak millileşmesine adım adım yaklaşıyoruz. Beş general darbecilerinin zayıf noktaları tahkim ediliyor, gedikleri tıkanıyor. AB yırtınadursun, yasaklar millileşiyor ve milli iradenin kutsal yasaklarına dönüşüyor; Millet egemenliği milli irade egemenliğine, kamu gücü milli irade gücüne eviriliyor. Mahkemenin yargıçları Can Dündar ve Erdem Gül hakkında beş general darbecilerinin ürettikleri ‘Millet adına’ karar verme geleneğini sürdürdüler, ceza verdiler ama ‘Bu kadarı da olmaz’ dedirtecek biçimde istenilen her türlü cezayı vermediler. Millet adına karar verme noktasından milli irade adına karar verme aşamasına gelindiğinde ceza da her yanıyla ‘caydırıcı ve cezalandırıcı’ ceza olacak.
Süreç işliyor, Başkanlık sistemini benimseyerek Milletin Devleti’nden Milli İrade Devleti’ne geçme aşamasındayız. Yani, irade, iradenin ait olduğu bireyden kopartılıyor, düşünmenin ve faaliyette bulunmanın toplumsallık (aslında ideolojik) ölçüt birimi olarak ‘temsilciye’ teslim ediliyor. Yakın bir gelecekte, adına başkan veya milli şef ya da jargonunuza uygun olarak ne derseniz deyin, o isimlendireceğiniz kutsallaştırılmış varlığın temsil edeceği, hatta cisimlendireceği bir milli iradenin nimetlerinden yararlanacaklara tebaa olacağız.
Milli iradeyi seçimlerde sağlanan çoğunluk oyu sanan, böyle sanıp çoğunluğun oyunu alacağını uman, böyle umup örneğin dokunulmazlıkların kaldırılmasını destekleyerek milli irade sürecine süreci hızlandırarak katılan, despotik devlet yapılanmasından demokrasi çıkartmaya çalışan siyaset fukarasına duyurulur
Evrensel'i Takip Et