2 Haziran 2016

Çivisi çıkmış açıklamalar ve gerçek niyetler

Devletin en tepe noktalarını tutmuş olan zevatın son bir kaç güne sığan açıklamaları, devlet yönetiminde her şeyin nasıl çivisinin çıktığını göstermektedir. Ama gerek siyaset bilimi gerekse az çok demokratik bir yönetim anlayışı bakımından deli saçması gibi görülecek bu açıklamalar, sadece “çivinin” ne kadar çıktığını değil, aynı zamanda çivinin yeniden çakılırken nasıl bir devlet düzeni, nasıl bir rejim özlemi içinde olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.
Özlenen rejimin zihniyetini ve özlenen yönetimin ipuçlarını veren Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Başbakan Binali Yıldırım’ın, Yargıtay Başkanı İsmail Hakkı Cirit’in ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un sözleri çok ibret verici olduğu için okuyucunun sabrını zorlama pahasına genişçe aktarmalar yapacağız.

FETİHÇİLİĞE YENİ GEREKÇE, DİN-İSLAM İSTİSMARCILIĞI  

İstanbul-Yenikapı’daki ‘Fetih’ mitinginde konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bölge illerindeki çatışmalar, sürdürülen operasyonlar için bütün bu gelişmeleri Osmanlı-Batı, İslam-Hristiyan çatışması temeline çeken “yeni bir tez” ortaya attı; “Bölücü terör örgütünü koç başı gibi kullanıp ülkemize saldıranların derdi ne Kürt kardeşlerimizdir, ne de o bölgedir. Onların derdi fethin intikamını almaktır” dedi.
Öte yandan Erdoğan, çocuklarının yönetiminde olduğu, TÜRGEV’in 20. kuruluş yıl dönümü ve olağan genel kurulunda, “Zürriyetimizi artıracağız diyorum. Nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz. Rab’bim ne diyorsa, sevgili peygamberim ne diyorsa biz o yolda gideceğiz” diye buyurdu! Böylece “eski”, “Her Kürtaj bir Uludere’dir”, “Düşmanlarımız zürriyetimizi kurutmak istiyorlar” diyen tezini İslami argümanlarla yeniden öne sürdü.
Bu arada Fransa’da ki grevcilere ve göstericilere gaz ve copla saldıran Fransa polisini de müstehzi (alaycı) bir yüz ifadesiyle protesto eden Erdoğan; “Paris’te yaşanan olaylardan dolayı endişeliyim, kaygılıyım. Protesto haklarını kullanan insanlara Fransız polisinin şiddetini kınıyorum. Batı medyasını ayıplıyorum. İnsan hakları örgütlerini, batılı politikacıları Paris’te yaşananlar konusunda daha duyarlı olmaya çağırıyorum” diyerek bu konularda Türkiye’yi sıkça eleştiren batılılara da bir “gol atmış” oldu!

BİNALİ YILDIRIM DA DAVUTOĞLU SENDROMU YAŞIYOR

İstanbul’un fethinin 563. yılı gerekçesiyle düzenlenen mitingde konuşan Başbakan Binali Yıldırım, ”Yeni bir fetih ruhu filizlenmesin diye terörü başımıza bela ettiler. Bu milletin liderini ve kadrolarını yok etmeye çalıştılar. Sevgili İstanbullular millet, bunları yemedi. Halkın irfanı tuzakları yendi. Milletin adamı, liderimiz, Recep Tayyip Erdoğan’a sahip çıkarak vefasını gösterdi” diye konuştu.
Her konuşmasında mutlaka Tayyip Erdoğan’a şükranlarını iletmek zorunluluğu hisseden Yıldırım, bir yandan Erdoğan’ın yanından hiç ayrılmayarak, öte yandan da her söylediğinde Cumhurbaşkanının direktiflerine uygunluğunu kanıtlayan cümleler kurma zorunda kalarak günü kurtarıyor ama bu ne kadar sürdürebilir, tartışılırdır. Bir haftayı geride bırakan başbakanlığında başarıyla sürdürüyor görünüyorsa da Yıldırım’ın hem Davutoğlu gibi Cumhurbaşkanına ayak uydurayım telaşıyla hareket ettiği hem de Davutoğlu’nun “sonu”ndan çıkardığı derslerin sıkıntısıyla hareket ettiği anlaşılıyor.

‘BAĞIMSIZ YARGI’NIN BAŞINDAN ‘YERLİ VE MİLLİ’ ‘BAĞIMSIZ YARGI’ TANIMI!

Yargıtay Başkanı Cirit, Cumhurbaşkanıyla katıldığı gezileri şöyle savunuyor: “Türk geleneklerimize göre devlet başkanına çok ayrı bir değer veririz. Devlet başkanı, devletin başı ve birliğimizin sembolüdür. Biz devlet başkanıyla bir arada olmaktan, devletin başkanıyla bir arada olmaktan onur duyarız.”
Böylece Yargıtay Başkanı Cirit; “yerli ve milli bir yargı bağımsızlığı” tarifi yaparak, her halde literatüre geçecek bir çıkış yaptı. Çünkü, ne Rize ne de Kırşehir’de Cumhurbaşkanının davetine icabet etmelerini savunabilirlerdi!
Nitekim, Hükümet Sözcüsü Numan kurtulmuş da Cirit’ten cesaret almış olacak onun açtığı yoldan ilerledi; yüksek yargı başkanlarının Cumhurbaşkanının gezilerine katılmalarını savundu:  “Yargı kurum ve kuruluşları son olarak Türkiye Cumhuriyeti devletinin en üst makamı olan cumhurbaşkanlığı makamına bağlıdır. Yüksek yargı mensupları başkanları, herhangi bir şekilde cumhurbaşkanı çağırdığı zaman bir toplantıya katılırlar. Ortada yargı bağımsızlığını ihlal eden bir mesele yoktur!”
Elbette bu açıklamalar karşısında muhalefetten ve hukuk-yargı çevrelerinden sert açıklamalar gelse de Yargıtay Başkanı tutumlarını “kararlılıkla” savunurken Numan Kurtulmuş yalpalamaya başladı.
Herhalde Erdoğan, Kurtulmuş için “hal ve gidiş” iyi değil diye notlar almaya da başlamıştır.
 
ERDOĞAN TOPARLADI: ALIŞACAKSINIZ!

Yargı tartışmasında Kurtulmuş’un kaleyi koruyamayacağını gören Erdoğan kaleye geçti; “Biz yargının başkanlarıyla, temsil noktasında olanlarıyla bu tür seyahatleri rahatlıkla yaparız. Bunun yasal, ahlaki, teamül olarak hiçbir yanlış yanı yoktur. Bunlara alışmadılar bunlar bugüne kadar, ama alışacaklar. Daha çoook böyle devletin milletle kaynaştığı şeyleri görecekler” diyerek noktayı koydu!
Siyasi literatüre Turgut Özal’ın soktuğu, “alışacaksınız” sözünü Erdoğan bir adım ileri götürdü ve yasa, hukuk, anayasa tanımayan girişimlerini “devlet ve milletin kaynaşması” olarak gösterdi. Ki, burada devleti “yüksek yargıçlar” milleti de kendisi temsil ediyor olarak sunuyor.
Burada bir diğer amaç da, son günlerde moda haline getirilen ve Yıldırım Hükümetinin de sloganı olan “Fiili olanı yeni anayasayla anayasal hale getireceğiz” sloganıyla bağlantılı olarak “nasıl bir yargı”, “nasıl bir kuvvetler ayrılığı” anlayışı getireceklerini de göstermiş oluyorlar. Cumhurbaşkanı, Başbakan Yardımcısı ve Yargıtay Başkanının açıklamaları bu niyeti açıkça gösteriyor.
Yoksa koca koca profesör unvanlı, Yargıtay başkanı unvanlı kişilerin hukuk fakültesinin birinci sınıfındaki gençlerin etmeyeceği lafları dünyanın gözünün içine bakarak etmelerinin bir anlamı yoktur.

Evrensel'i Takip Et