16 Haziran 2016

Merminin dili ve akıl yolu!

Erdoğan yönetiminin tüm önemli kararlarına verdiği desteğe ve Kürtlere karşı sürdürülen devlet savaşına sürülerek oradaki çatışmalarda yaşamlarını yitirmelerine neden olunmuş “şehitlerin cenaze törenleri”ne katılım için gösterdiği “canhıraş” tutumuna rağmen, “mermiye hedef olan” Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP ne yapacak? Bu soru ve CHP’nin tutumu, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum açısından büyük önem taşımaktadır. Milyonlarca insanın desteğine sahip bir “muhalefet partisi”nin, kendi genel başkanlarına mermiyle gözdağı verilmesi ve bu saldırının Erdoğan’dan sözcüsü Kalın’a, AKP’nin öteki yönetici ve sözcülerine dek devlet yönetimini ellerinde tutan tüm üst bürokrasinin desteğinde gerçekleşmesi karısında alacağı tutum çünkü, Türkiye ve bölge ülkeleri halklarının önümüzdeki dönem(ler)de nasıl bir politik-askeri gerçeklikle yüz yüze kalacaklarıyla dolaysızca ilişkilidir.

ÜLKE GERÇEKLİĞİ VE CHP’NİN TUTUMU

Ülkemizde her gün birkaç işçi, adına iş kazası denen iş cinayetlerinde öldürülüyor. Devleti yönetenler, işçilerin korunması, daha iyi koşullarda çalışması ve yaşaması için değil, ellerindeki-daha önce mücadele ederek kazandıkları-haklarını da gasbetmek için yasalar çıkardılar. Hakları için çeşitli biçimlerde direnen kim varsa terörist damgasıyla etkisizleştirmeyi politika edinmiş Erdoğan yönetimi, direnen işçileri de “hain” ve “bölücü” olarak saldırı hedefine koymaktan kaçınmıyor. 

AKP iktidarı öncesinde, sermaye hükümetleri tarafından sürekli torpillenerek sakatlanmasına ve bir devlet mezhebi-dininin egemenliğinin dayatılması şeklinde resmi ideolojinin etkin unsurlarından biri haline getirilmesine rağmen, yine de şekli, topal ve yarım-yamalak bir burjuva laisizminden söz edilebilirdi. Erdoğan yönetimi bunu da ortadan kaldırdı. Dini ideoloji ve onun Sünni mezhebi-tarikatlarının topluma tam egemenliğini dayatan politik iktidar, bu doğrultuda, örnekleri alt alta yazılsa bir kitap boyutu tutacak uygulamalarıyla toplumsal dönüştürme yolunda büyük adımlar attı. Artık ortada, Türkiye yönetenlerinin kullanmayı kitle yönetiminin gereklerinden saydıkları “laik, sosyal hukuk devleti” yok! Emperyalizm işbirlikçisi din sömürgecileri “Kemalizm”in “ruhu”na çoktan “Fatiha” okudular! Ankara’nın göbeğinde “Kadınlar kapanın, yoksa yanarsınız!” diyenler geziyor ve T. R Erdoğan, “Ana olmayan kadın yarımdır, eksiktir!” buyuruyor! 4-5 yaş grubu çocuklara devlet denetiminde “Cihad” tatbikatları yaptırılıyor. “Beştepe Külliyesi”nde oturan “Başkan!”, “Anıtkabir”dekinin “Nutku”nu alay konusu yapmıştı, vb. 

Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi ve Türk, Kürt uluslarından ve diğer çeşitli etnik kesimlerden emekçileri amansız acılarla yüz yüze getiren bir siyasal-ideolojik ve askeri politika izledikleri; bunda tavizsiz oldukları, karşı çıkan kim olursa olsun etkisiz kılmak için her tür araç ve yöntemi kullanmaktan kaçınmayacaklarını CHP yönetimi de, bu partiye destek veren milyonlarca yurttaş da en azından bizim kadar görüyor, tanık oluyor, yaşıyor ve biliyordur. Türkiye’de yaşayıp da, Kürtlere karşı sürdürülen intikamcı katliamların ve kentlerine varana dek “tarihten silme”yi göze almış gaddarlığın farkında olmamak mümkün olmamak gerekir. Bunun dışında iki olasılık kalıyor. Kan deryasına çevrilen ülkenin ve özellikle de Kürt kentlerinin harabeye çevrilerek insanların tüm yaşam olanaklarıyla birlikte yıkıma mahkum bırakılmasını görmezden gelmesi için, kişi ya bilinçli bir ırkçı ve insanlık düşmanı olmalı ya da gözünü ve kulağını her şeye kapamış aşırı bencil ve çıkarcı! Her evde birkaç cep telefonunun sürekli çalışır durumda olduğu bir zamanda yaşananlardan “habersizlik” ya bilerek görmezden ve duymazdan gelmeye ya da tümüyle karşı bir tutumla konumlanmaya işaret eder. Başka türlüsü neredeyse mümkün değildir. 

Şimdi bu durumda, “öldürmek için ölmek” bu denli yaygınlaştırılmış ve üstelik bir devlet yönetme politikası olarak da benimsenip ısrarla uygulamadayken, “şehitleri sahiplenme ve anma” adına ve fakat “şehit kanı” üstünden can pazarında politik kazanç sağlama “yarışması”nın etkisiz elemanı olarak rol almaya çalışmanın, eski biçimiyle söylenirse beyhudeliğini görmemek olmaz. Buradan yürünmek istendiği ve AKP devleti ve hükümetinin, sözlüğündeki sahte kelimelerin aldatmacasına kapılındığı sürece, Hitlerleşmenin önünün daha fazla açılacağını bilmek gerekir. Ya AKP-MHP-Ordu üst yönetimi-Polis teşkilatı ve yukarıdan aşağıya yargı sistemini yönetenlerin “Türk İslamı” ideolojisiyle ve siyasal şiddet ve baskı yoğunlaştırılmasında anlaştıkları, birleştikleri, ortaklaştıkları görülecek ve buna karşı durmak üzere mücadeleden yana tutum alan herkim varsa onunla birlikte olunacak, ya da iktidar cephesinin Erdoğan-Akar yönetiminde sürdürmede kararlılık gösterdiği kanla bastırma ve etkisizleştirme politikasına, cılız itirazlar yönelten, ancak yedeklenmekten de kurtulamayan bir tutum sürdürülecek. CHP ve özellikle de onun, ülke ve halkların karşı karşıya bulunduğu büyük tehlikeyi gören üyeleri, şurada-buradaki yerel yöneticileri, bazı milletvekilleri açısından şimdi durum tam da budur. Arada sürüklenme tutumunda ısrar edildiği sürece, iktidara payanda olunduğu ve aslında destek verildiği görülmek zorundadır. 

TARİH DERSİNDEN DERS ALMAK

Yakın dönem Almanyasında yaşanan Nazi barbarlığının dünyayı kana bulayan askeri politikasının en belirgin özelliklerinden biri ırkçılık, diğeri komünizm düşmanlığıydı. “Üstün Germen Irkı” için “yaşam alanı”  olarak görülen Doğu Avrupa’nın zaptı, Fransızlardan öç alınması, Paris’in düşürülmesi, Sovyetler Birliği’nin “tarihten silinmesi” gibi, hayli geniş hedef ve alan saptamasıyla  belirgin bu politika dünyanın kana bulanmasına; 27 milyonu Sovyet yurttaşı olmak üzere 52 milyon insanın öldürülmesine, on milyonlarcasının sakatlanmasına, ülkelerin yıkılıp yağmalanmasına yol açtı. Çoğunluğu Yahudi altı milyon kişi  fırınlarda ve gaz odalarında yakıldı-eritildi, külleri, kokusu hala devam eden toplama kamplarında toprağa ve havaya savruldu. 

Öncesinde, Hitler ve avanesinin yükselişi üzerine çok tartışma  yapılmıştır: Sermayenin çıkarlarıyla bağlı olanlar içinde, Hitler’in sermayenin çıkarlarına zarar verecek bir iş yapamayacağını söylemişler; hatta Yahudi sermayesinin önemini işaretle bir Yahudi katliamını dahi mümkün görmemişlerdi. Halk cephesinde olanlar ise hem güçlü hem de bölünmüş olmaları nedeniyle güçsüzlükle karşı karşıyaydılar. Büyük katliamın başta gelen hedefleriydiler, bu kesindi. Sosyalistler ve Sosyal Demokratlar birlikte hareket edebilselerdi eğer, Hitlerciliğin yükselişinin önünü kesebilirlerdi diye, çok yaygın kabul görmüş bir sonucu da vardır bu geçmiş dönemin. Sosyal Demokratlar gereken duyarlılığı göstermedikleri ve tehlikenin kendilerini bulmayacağını sanarak uzak durdukları, sosyalistler ise, faşizme karşı en geniş cephenin kurulması yönünde yerinde-zamanında davranma uyanıklığı göstermedikleri için  eleştirilmiş; kendilerini eleştirmişlerdir. Katliam ve tutuklamada sıranın kendisine de geldiğinde, “ah-vah!” eden Papazın pişmanlık yakınmasını burada aktarmaya bile gerek yoktur. 

Oradan geçtik, bizde On iki Eylül 1980 gibi, bugün yaşayan herkesin bilgisi ve hatta deneyimi içinde olan bir karabasan var! CHP için söylenirse, “Büyük Şef İsmet İnönü”nün Bayar-Menderes diktatörlüğü tarafından saldırı hedefi haline getirilmesi gerçekliği var. Bülent Ecevit’in suikastlerden kurtuluşunun hikayesi var. İsteyen bunlara başkalarını da ekleyebilir ve Kılıçdaroğlu’na dek getirebilir. 

Bu böyleyse ama, bunlardan bir sonuç çıkarmak “yurttaş borcu”dur! CHP’ni destekleyen işçi ve emekçiler, aydınlar, kent küçük burjuvazisi vb. tekellerin payandası olan politikaların kendilerinin de  “hayrına olmadığını” görmeli, iktidarın saldırıları karşısında, ilerici-demokratik ve sosyalist güçlere; Kürtlere ve HDP’ne uzak durmanın yol açacağı vahim sonuçları bugünden görmek için, hiç değilse tarih dersine baş vurmalıdırlar. 

BİRLEŞİK MÜCADELE HAYAL DEĞİL ERTELENEMEZ GEREKLİLİKTİR!

Erdoğan iktidarı, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi hakları ve çıkarları için mücadele eden kesimlerini, onların şahsında tüm işçi ve emekçileri, Kürtleri, Alevileri, CHP’nin yöneticileri de dahil düzen içi muhalefeti, sosyalistleri, demokratları vb. tüm muhalif kesimleri ezme ile, kendi geleceği arasında dolaysızca ilişki kurmakta, buna göre politika izlemekte, yıkım ve yok etme yoluyla susturmayı ve teslim almayı “denemekte”dir! Buna teslim olunamaz: teslim olmamak, mücadeleyi gerektirir ve o da diyelim Kılıçdaroğlu’nun izlediği türden devlet politikalarına destek vererek “kendini kanıtlama” yöntemiyle olmaz. CHP yönetiminin izlediği teslimiyet politikasının kendisine de bir yararı olmayacaktır, yoktur. Sözcü Gazetesi ve D. Perinçek etrafında bir araya gelen ırkçı-gerici çevrelerin değirmenine su taşıyarak AKP yönetimindeki devlet ve hükümet saldırıları püskürtülemez. İzlenen devlet-hükümet saldırılarına karşı en geniş halk kesimlerinin birleşik mücadelesi acil ihtiyaçtır ve bunun için de, birilerinin diğerlerini “gelin bizim partimize katılın”, “birlik ancak bizim partinin saflarında gerçekleşir”, “bizim oluşturduğumuz bir birlik zaten var, gelin katılın” türünden dayatıcı ve fakat geçersiz formülasyonların bir yana bırakılması şarttır. Bir araya gelenler içinde de kendi grubunun, fraksiyonunun ya da partisinin hükümran olması için, birlikte olmayı önemsemeyen tutumlar zarar vermiştir, verecektir. Rıza Türmen’in önerisi üzerinde durulmaya değerdir. Asgari ve acil taleplerinden en birleştirici olanları (üç-dört talep) etrafında ve her bir partinin, grubun, çevrenin “kendisi olarak” katılacağı, ancak asgari birlikteliğin gereklerine de kesin bağlılık göstereceği bir halk mücadelesi birliği acildir. Bunun lafzıyla zaman geçirilmesi, büyük kayıplara ve bugünden tahmini güç yıkımlara mal olabilecektir. Bunu engellemek için yeterince deneyime ve ayrı ayrı da duruyor olsa güçlere sahibiz. Ertelemeksizin somut girişim ve gerçekleştirme çabasını öne çıkararak bu sorumluluğa uygun davranmak dönemin acil gerekliliğidir.

Evrensel'i Takip Et