24 Haziran 2016 00:45

Başımız sağ olsun mu?

Başımız sağ olsun mu?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hergün yeniymiş gibi, tuhaf haberler almaya alıştırıldık. Yeniymiş gibi diyorum çünkü artık rutin hale getirildi. En son Özgür Gündem gazetesinde nöbetçi genel yayın yönetmenliği yaptıkları gerekçesiyle “terör örgütü propagandası yapmak” ile suçlanan Gazeteci Erol Önderoğlu, THİV eski Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve Yazar Ahmet Nesin tutuklandı. Sebep; Legal bir gazete olan Özgür Gündem’de genel yayın yönetmenliği yapmak. Tamam görüyorum sizler de bu satırları okurken gülüyorsunuz ve şöyle diyorsunuz; bir gazete varsa onun bir yayın yönetmeni de olacaktır. Neyse... Kara komedi hayat bizi güldürmeye devam ediyor. Hayatın Sesi Televizyon, Evrensel, Özgür Gündem, BirGün, Cumhuriyet, imc TV, Özgür Gün TV ve birkaç medya kaldı onlar da böyle kara komedi yaratılarak yok edilmeye ve başımız sağ olsun demeye getiriliyor.
Çok ‘bilgili’ bir üniversite, Prof. Zeynep Sayın’ı kovmuş. Neden? Çok sayın Cumhurbaşkanına derste hakaret etmiş. Bir öğrencinin ihbarı yetmiş. Aslında söyleyecek söz kalmadığı için başta Zeynep olmak üzere tüm mağdur edilenlere bu yapılanların birer onur madalyası olduğunu söylemek fazlaca abartı olmasa gerek.
Çevremde bir çok arkadaş “yok ya böyle olmaz bu iş bitti artık bunları kimse durduramaz kısaca başımız sağ olsun” gibi düşüncelerini daha doğrusu yılgınlıklarını paylaşıyorlar. Özellikle RTE’nin Gezi parkına ucubeler dikme projesiyle ilgili söylediklerinden sonra ‘yuh ya’ derken Özgür Gündeme genel yayın yönetmeni olmanın suç olduğunu da öğrendik…
Aslında bu tür yazılar yazmak yerine fotoğraf ve sanat üzerine güzel yazılar ve görseller paylaşmayı ne kadar istediğimi anlatamam, lakin neremiz acırsa önce acılarımızdan başlamak da farz olmuş bir kere ne edelim.
Aşağıdaki alıntıyı sindire sindire bir okuyalım bakalım taaaa 1951 yılında yazılan bu satırlar bu günün AKP iktidarı ve Türkiyesi için yazılmış gibi durmuyor mu? Demem o ki başımız sağ olmayacak. Her şeyi yok edebilirler ama umudu ve geleceği yok edemezler.   
…“ancak mutlak yalan doğruyu söyleyebilir bugün. doğruyla yalanın ayrım yapmayı nerdeyse imkansızlaştıracak ölçüde birbirine geçmesi ve en basit bilgi parçasına tutunmanın bile bir sisyphos emeği gerektirmesi, savaş alanında yenik düşen ilkenin mantıksal örgütlenme alanında zafere ulaştığının işaretidir. yalanların uzun bacakları vardır: kendi zamanlarının önünde giderler. Hakikatle ilgili her sorunun iktidar sorununa dönüşmesi – eğer iktidar tarafından imha edilmeyecekse hakikatin de kaçınamayacağı bir süreç- eski despotik düzenlerde olduğu gibi hakikati bastırmakla kalmıyor, doğruyla yalan arasındaki ayrımın yüreğine saldırıyordur: kiralık mantıkçıların zaten vargüçleriyle silmeye çalıştıkları bir ayrım.”
(...)
“Ateş hattından uzakta. –  Hava taarruzlarıyla ilgili haberlerde uçakları üreten firmaların da adı geçiyor çoğu zaman: Focke-Wulff, Heinkel, Lancaster – şimdi bunlar aldı konuşmalarda bir zamanlar Hussar süvarilerinin, mızraklı birliklerin, zırhlı şövalyelerin tuttuğu yeri. Yaşamı yeniden-üretmenin, ona tahakküm etmenin ve onu yok etmenin mekanizmaları birdir ve bu yüzden sanayi, devlet ve sanayi iç içe geçmiştir. O zaman abartma sayılmıştı, ama “savaş ticarettir” diyen kuşkucu liberallerin haklı çıktığı görülüyor bugün: Devlet, kâr dünyasının tikel çıkarlarından görünüşte bile bağımsız değil artık; aslında her zaman onların hizmetindeydi, şimdi ideolojik olarak da oraya yerleşti. Kentlerin yıkımındaki baş müteahhitin adının her anılışı, her alkış, imar zamanında da en iyi komisyonları almasını sağlayacak itibarı kazandırıyor ona.”… Beceriksizce yalan söylerler; karşıdaki kişi açısından yalan bir ayıba, bir kabahate dönüştüren de bu beceriksizliktir. Yalan söyleyenin onu aptal sandığını gösterir bu, bir horgörü belirtisidir. Bugünün usta pratisyenlerinin elinde, gerçekliği çarpıtmaktan ibaret olan eski dürüst ve masum işlevini yitirmiştir yalan. Kimse kimseye inanmamakta, herkes her şeyin içyüzünü bilmektedir.
Yalan söyleyen adamın asıl söylemek istediği, karşısındaki insana da onun kendisi hakkındaki düşüncelerine de kayıtsız olduğunu hissettirmektir. Bir zamanlar liberal bir iletişim aracı olan yalan, her bireyin, kendi çevresinde buz gibi bir atmosfer oluşturarak bu atmosferin sığınağı içinde semirmesini sağlayan küstahlık yöntemlerinden biri haline gelmiştir bugün.”…
Dip not olarak;  Yukarıdaki alıntılar Theodor Adorno’nun 1951’de yayımlanan başyapıtı “Minima Moralia” dan kendi deyimiyle “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diyelim…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa