5 Temmuz 2016

Suriyelilere vatandaşlık tartışması: Gericiliğe karşı ırkçılık mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kilis’te Suriyelilere vatandaşlık verileceği açıklaması ülke gündeminin birinci sırasına yerleşti. Bu açıklama ile ilgili kaygılarını dile getirenler de var, ırkçı söylemlerle kin kusanlar da.
Öncelikle şunu söyleyelim; söz konusu olan Erdoğan gibi her sözünü, adımını kendi politik hesapları üzerinde kuran bir lider olunca, ciddi kaygı ve soru işaretlerinin oluşması gayet normal. Öte yandan ırkçı çevreleri bir tarafa bırakırsak, sırf Erdoğan tarafından dile getirildi diye ‘ilericilik’ adına Suriyelilerin vatandaşlığına cepheden karşı çıkmanın da ciddi siyasi sonuçları olabileceği de göz ardı edilmemelidir.
Peki, tartışmaya nereden başlamalı?
Elbette bugünkü tabloyu yaratan siyasi arka plandan.
Erdoğan iktidarının daha en başından Suriyeli mülteci meselesini-ki ülkedeki Suriyeliler bugün iktidar tarafından mülteci olarak kabul edilmemekte, “geçici koruma”  adı verilen bir statüde yaşamını sürdürmektedir- Suriye ve Rojava’ya müdahalenin bir dayanağı olarak kullanmaya çalıştığı bir sır değil. Daha ülkedeki Suriyeli sayısı binlerle sınırlıyken “barış elçisi” Angelina Jolie, önce 2011’de Hatay ve sonra 2012’de Kilis Öncüpınar’daki kampları ziyaret etti. Türkiye’den övgüyle söz etti. Erdoğan, “500 bin kişiye yetecek konteyner kentler kurduk” diyerek Suriyeli akınını teşvik etti. Bu “misafirperverliğin” arkasındaki amaç belliydi: Erdoğan iktidarı bu mültecileri Suriye’de ‘tampon bölge’ kurmanın bir aracı olarak kullanmak ve bu bölgeleri rejimi devirip Rojava kantonlarını yıkmak için saldırı üssü yapmak istiyordu.
Nihayetinde bu politika başarısızlığa uğradı ve bugün ülkede 270 bini kamplarda olmak üzere yaklaşık 2 milyon 700 bin Suriyelinin olduğu tahmin ediliyor.
Ve gelinen yerde Erdoğan iktidarı, dış müdahale için kullanamadığı Suriyelileri iç siyasete müdahale için kullanmaya çalışıyor.
Bunu en genel ifadeyle iki biçimde yapmaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Birincisi, kamplardaki Suriyelileri belli bölgelerin demografik yapılarını değiştirmenin bir dayanağı haline getirmeye çalışıyor. Mesela Kürt Alevilerin yaşadığı Maraş-Pazarcık’ta Terolar köyüne yapılmak istenen kamp gibi.
İkincisi, Suriyelilerin ucuz işgücü-yoğun emek sömürüsü üzerinden ülkedeki bütün işçilerin yaşam ve çalışma koşullarının aşağıya çekilmesi, kötüleştirilmesi...
Bunların ötesinde, vatandaşlık verilecek Suriyelilerin AKP-Erdoğan için oy deposu haline getirileceği kaygısı var-ki en azından bugün için bu kaygı yersiz değil.
Peki, tablo buyken nerede durmak; bu tabloya karşı neleri savunmak gerekiyor?
Birinci olarak, bugün Türkiye sadece Avrupa’dan kaçan sığınmacılara mülteci statüsünü tanıyor. O yüzden vatandaşlık tartışmasına geçmeden önce iktidar, BM Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu tüm çekinceleri kaldırmalı, ülkeye gelenlere mülteci statüsünü tanımalıdır.
Buna bağlı olarak ülkedeki bütün Suriyeli kampları dağıtılmalı, göçle gelenlerin kamu hizmetlerinden yararlanma, istedikleri kentte ikamet, barınma ve çalışma hakkı tanınmalıdır.
Terolar başta olmak üzere iktidara “madem vatandaşlık vermeye hazırlanıyorsun, o zaman kampları dağıt” baskısı yapılarak mücadele edilmelidir. Ancak burada kamplardaki insanları “DAİŞ”li gibi damgalama anlayışından uzak durulmalıdır. Çünkü bu yaklaşım iktidarın kışkırtma ve düşmanlaştırmaya dayalı politikalarının yaşam bulmasını kolaylaştırır.
İkinci olarak, evet vatandaşlığa geçmek isteyenlere bu olanak sağlanmalıdır. Bu talep, hem Suriyelilerin toplu olarak bir yerlere yerleştirilip demografik yapıya müdahale edilmesinin önüne geçilmesinin ve hem de Suriyelilerin Türk-Kürt işçilerle birliğinin; işçi sınıfının eşit bireyleri haline getirilmesinin olanağına çevrilebilir.
Özetle Erdoğan iktidarının Suriyelileri iç siyasete müdahalenin bir aracı haline getirmeye yönelik gerici politikasının panzehiri, dışlayıcı ırkçı yaklaşımlar değildir. Aksine bu gerici hesapların önüne geçebilmenin yolu, Suriye ile normalleşmeyi ve ülkede kalacak Suriyelilerin eşit koşullar altında ve insanca yaşayacağı koşulların sağlanması talebini savunmaktır.
Ve elbette bu mücadelenin hareket noktası dün olduğu gibi bugün de Erdoğan iktidarının Suriye ve Rojava’ya müdahale politikasının son bulmasıdır. Bu temelde isteyen Suriyelilerin ülkelerine dönecekleri koşullar yaratılmalı ve ondan sonra ülkede kalanlara mülteci ya da vatandaş olarak birlikte yaşama olanağı sağlanmalıdır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et