8 Ağustos 2016

Otosansür, FETÖ ve laisizm

Sıkıyönetim, OHAL gibi olağanüstü dönemlerin en önemli özelliklerinden birisi medya üstündeki baskıların artması, sansürün olağan dönemlerden daha fazla gözle görülür hale gelmesidir. Bu bazen kullanılması “yasak” sözcüklerin olağanüstü yönetim tarafından sözcük sözcük ilan edilmesine kadar varır.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ilan edilen OHAL’de ise, şu sözcükler kullanılmasın diye bir “sıralama” gözle görülmüyor ama kendisini “bağımsız” olarak tanımlayıp, kendi gazetecilik ilkelerini ilan etmiş olmakla övünen TV kanallarında bile son derece ciddi bir otosansür var.  

Darbe girişiminden beri medyada özellikle de TV kanallarında yapılan tartışmalarda, Fetullahçılara, “cemaat”, “hizmet hareketi” gibi bugüne kadar yapılan adlandırmalar yapılmıyor; alışkanlıkla, “cemaat”, “hizmet hareketi” diyen konuşmacılar, “Pardon ağız alışkanlığı” diye düzeltiyor. En “ciddi” (ne kadar ciddiyetleri kaldıysa) haber kanalları bile, resmi söylem haline gelen “hainler”, “FETÖ” gibi ifadeleri, siyaset erbabı gibi her cümlenin başına yerleştirmeyi alışkanlık haline getirmiş bulunuyorlar.

Bu elbette bir yanıyla FETÖ’cülerin sorunudur ama öte yanıyla da haberciliğin, gazeteciliğin geldiği yeri göstermesi bakımından önemlidir.

DÖNEMİN ASIL TARTIŞILACAK KAVRAMI LAİSZİMDİR
Bu otosansüre takılan diğer bir kavram ise laisizm kavramıdır.

Oysa siz beğenseniz de beğenmeseniz de dini bir odak darbe girişimi yapıyorsa, burada en önce tartışılacak olan laisizm kavramı ve o kavramın içeriğidir. Ama, 15 Temmuz darbe tartışmaları içinde en az kullanılan (kullanılmamak için özel çaba sarf edilen demek daha doğru) kavram “laisizm” kavramıdır. Herhalde hükümetin hoşuna gitmeyeceğini düşündükleri için laisizm ve içeriğine dair bir tartışma açmaya yanaşmıyorlar. Bu nedenle de “FETÖ’cü alçaklar”, “Hain örgüt”, “şehitler”, “kahramanlar” üstünde uzun ve birbirini tekrarlayan hamasi konuşmalar yapmak daha netamesiz görülüyor!

Oysa şu çok açık ki, gerek bölgede IŞİD merkezli olarak cihadizme karşı mücadelede, nasıl ki mücadelenin ana noktası “IŞİD’in İslamı’nın ne kadar gerçek İslam olup olmadığı” değil, laisizm olması gibi FETÖ sorununda da FETÖ’ye karşı bir mücadele yürütülecekse bunun platformu da “FETÖ’cü İslama karşı AKP İslamı”(*) değildir. Tersine geçmişte olduğu gibi bugün de İslam dünyasındaki çatışmalar, din ve mezhep savaşları, “İyi İslam kötü İslam” çatışmasının üstünden çıkmıştır. Bugün de böyledir! Ve yine insanlık tarihi açıkça göstermektedir ki, gerek din ve mezhep savaşlarının gerekse bu bahanelerle çıkan çatışma ve savaşları önlemenin tek gerçekçi yolu laisizmdir; laisizm etrafında oluşturulacak bir ideolojik platformdur!

DEVLET DİN ÖĞRETİMİ VERİRSE BU OLUR! 
Ama ne var ki, 15 Temmuz’dan beri onlarca kanalda yapılan tartışmaları en ileriye götürenler, dün yüksek sesle laisizmi savunanların bir bölümü bile bugün, “Türkiye’nin özgünlüğü” adına, “Dini devlet öğretsin! Aksi halde herkes kendi dini anlayışını öğretiyor. Bu da bölünmelere yol açıyor; tarikatları, cemaatleri devleti kendi lehlerine kullanması için kışkırtıyor” diyorlar.

Fetullahçı hareketin TSK’yı, polisi, yargıyı,...devleti ele geçirmesini de bunun örneği olarak gösteriyorlar.

Oysa “dini devletin öğretmesi”, bütün cumhuriyet tarihi boyunca savunulmuş, önemli ölçüde de uygulanmıştır. Ama sonuçta gelinen yer tarikatların, cemaatlerin, dini odakların devletin kurumları içinde de yuvalanması, devletin imkanlarının bu odakların lehine kullanılması olmuştur. FETÖ de bu politikanın en nadide meyvesidir!

Dahası siyasi iktidarı ele geçiren partilerin, ”Nasıl bir İslam savunduğu”na bağlı olarak da verilen din öğreniminin içeriğinin de değişeceği, eğitim başta olmak üzere tüm devlet kurumlarının mezhepler, tarikatlar, cemaatler arasındaki çatışmanın alanı olması yakın tarihin trajedisidir. Bugünkü tablo bunu açıkça göstermektedir.  

LAİSİZM TÜM İSLAM DÜNYASI İÇİN ÖNEMLİDİR 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar Televizyonu’na verdiği mülakatta, “Devleti sıfırdan yeniden yapılandırıyoruz” diyor. Peki de, “neye göre yeniden yapılandırıyorsunuz”; AKP’li kadrolarla çekip çevrilen (FETÖ’cü olmayan ama AKP’nin ittifak kurduğu tarikat ve cemaatlerle) bir devlet olarak mı yeniden yapılandırıyorsunuz yoksa, laik temelde, her işin ihtiyacına göre (buna liyakat da diyorlar), şu ya da bu partiden, şu ya da bu etnik gruptan, şu ya da bu din ve mezhepten ya da ateist olduğuna bakmadan oluşturulan kadrolar etrafında mı yapılandırıyorsunuz?

Sorun budur! Burada ki temel kriter de devletin gerçek anlamda laik olmasıdır; “şeffaflık”, “liyakat” gibi özellikler ancak bunun üstünde olduğunda anlam kazanır.

15 Temmuz darbe girişimi öncesinde yapıla gelen “Muhafazakar toplum”, “dindar nesiller yetiştirme” girişimleri ve bu amaçla eğitim alanında atılan adımlar dikkate alındığında, bugün en tehlikeli olan “din öğretimini devletin üstlenmesi”dir.

Bunun laisizm adına savunulması da elbette kabul edilemezdir. Eğer laisizm savunulacaksa bugün açıkça savunulması gereken;

* “Okulda din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılması”,

* “Diyanetişleri Başkanlığı’nın kapatılması”,

* “İmam hatiplerin de kapatılıp normal liselere dönüştürülmesi”dir.

Devletin din, dinin de devlet işlerinin tamamen dışında tutulması merkezli laisizm anlayışı etrafında oluşturulacak bir platform ve bu temelde bir mücadele, sadece Türkiye’de değil mezhep çatışmalarıyla sarsılan tüm İslam dünyası için de tek gerçekçi çözüm platformudur.

(*) FETÖ’cüler de AKP’liler de “Hayır asıl İslam’ı biz savunuyoruz” diyeceklerdir. Ama gerçek, herkesin İslam’ının kendine göre “asıl İslam” olduğudur! Çatışmalar da zaten bundan çıkmaktadır. 

Evrensel'i Takip Et