Suriye için askeri ve diplomatik hareketlilik ve Türkiye
Membic’in Suriye Demokratik Güçleri tarafından IŞİD’den kurtarılması, Suriye’de IŞİD’le mücadelede önemli bir adım olacak görünüyor.
Çünkü böylece IŞİD’in Suriye’deki en önemli iki merkezi olan Cerablus ve Rakka arasındaki bağlantı kesilmiş olmaktadır. Bu aynı zamanda IŞİD’in Suriye’de askeri olarak yenilgiye uğratılmasında da hayli ileri bir aşamaya gelindiğini işaretidir.
Öte yandan Irak’ta; Musul’un kuzeyden Barzani komutasındaki Peşmerge güçleri, güneyden de Irak ordusu tarafından kuşatılmasının sürdüğü, Musul’un ele geçirilmesi için askeri hazırlıkların son aşamasına gelindiğine dair haberler yoğunlaşmıştır. Nitekim, Türkiye’nin Musul’a en yakın ama tartışmalı üssü olan Başika’nın durumunun Hükümet tarafından yeniden gündeme getirilmesinin de Musul etrafındaki bu askeri hareketlilikle ilgili olduğundan şüphe yoktur.
Suriye ve Irak’ta yapılan askeri hazırlıklara bakıldığında hedeflenenin; çok uzak olmayan bir zamanda, (Örneğin, altı ay içinde) Cerablus, Rakka ve Musul gibi kentlerin IŞİD’den alınarak, IŞİD’in gücünün askeri olarak kırılması olduğu anlaşılmaktadır.
DİPLOMATİK HAREKETLİLİK DE ARTTI
Bölgedeki bu askeri hareketlilikle paralel, hatta ondan da yoğun bir hareketlilik, “siyasi çözüm masasında” (Bu bölgede çıkar peşinde koşan emperyalistler ve bölge gericilikleri için “yeniden paylaşım masası”dır) yer almak isteyen ülkeler arasındaki diplomaside yaşanmaktadır. Çünkü IŞİD’in Suriye ve Irak’ta sahadaki muhtemel yenilgisi sonrasındaki “çözüm masası”nda daha güçlü pozisyonda olmak üzere herkes kendi mevzisini güçlendirmek için harekete geçmiş bulunuyor.
Rusya; Irak, İran ve Suriye ile ilişkilerinde herhangi bir gerilemeye izin vermeden Türkiye ile de ilişkilerini de “normalleştirmek” için adımlar atarken, Suriye konusunda da ortak hareket edecek girişimler yaptığı da apaçıktır. Nitekim Erdoğan St. Petersburg’da “Suriye’de sorunu çözecek tek güç Rusya’dır” diyerek, Rusya ile ortak hareket etmeye hazır, hatta mahkum olduğunu açıkça ilan etmiştir.
İran’ın da Rusya’ya paralel olarak, Türkiye’nin batıdan rahatsızlıklarını da kullanarak Türkiye’yi Suriye ve Irak’ta kendi çizgisine çekmek için girişimler yaptığına da tanık oluyoruz.
ABD ve batılıların ise, PYD ve Suriye demokratik güçleriyle ilişkilerini, Türkiye’nin bütün itirazlarına karşın, “Türkiye’nin itirazlarını anlaşılır karşılıyoruz” demekle birlikte, ilerletmeye devam ettiğini görüyoruz. Ki, Membic’in ele geçirilmesinde ABD ve batılılarla Suriye Demokratik Güçleri’nin işbirliği belirleyici olmuştur demek yanlış olmaz.
HERKES HAREKTLİ AMA KENDİ MEVZİSİNDE!
Diplomaside ciddi bir hareketlilik var. Ama bu hareketlilik ne herkesin ortak bir noktaya geldiğini ne de kendi çizgisini kısmen de olsa terk ettiğini gösteriyor. Tersine herkes karşısındakini yokluyor ve kendi ayaklarını bastığı zemini güçlendirmeye çalışıyor.
Darbe girişimi sonrasında Türkiye’yi ziyaret eden, iki ülke arasındaki dostlukla ilgili “güzel” laflar eden İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in ziyaretinden hemen sonra, dini lider Ali Hamaney’in Başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, ülkesinin Suriye ve Beşar Esad’a yaklaşımında bir değişiklik olmadığını, rejimi desteklemeye devam edeceklerini belirtti. Dahası Velayeti, “İran-Türkiye görüş birliğinin günden güne artmasını ümit ediyorum. Bu ilişkinin bölge ve özellikle Suriye konusunda gelişmesini umuyorum” diyerek Türkiye’yi İran’ın çözümünün yanında (bu aşağı yukarı Rusya’nın da çözümü) yer almasının önemine vurgu yaptı.
Rusya ve batılılar da karşıtlarıyla görüşmeleri gerektiğinde işbirliklerini sürdürürken kendi çizgilerini savunmaya devam ediyor, bu doğrultuda girişimlerini sürdürüyorlar.
BİR TÜRKİYE YERİNDE DURAMIYOR!
Herkes “yerinde” duruyor ama çöken dış politikasını yeniden ayağa kaldırmak için Suriye politikasını değiştirmenin zorunluluğunu derinden hisseden Türkiye yerinde duramıyor!
Özellikle Rusya ile ilişkilerin “normalleşme”ye başlamasından beri Başbakan Binali Yıldırım, her vesileyle Suriye politikasının değişeceğini, bu konuda çok önemli adımlar atılacağını bir müjde gibi açıklayıp duruyor.
Bu da elbette ki, Türkiye’yi kendi politikalarının yanına çekmek isteyen hem batılıları hem de Rusya-İran-Suriye-Irak bloğunu heyecanlandırıyor. Elbette en çok da Rusya ve İran’ı!
Nitekim önceki gün; Başbakan Yıldırım, Karar Gazetesi’ne verdiği röportajda, Suriye politikasındaki değişimin ana çizgisini şöyle açıkladı:
1-) Suriye’nin toprak bütünlüğünü mutlaka koruyacak bir çözüm olacak. Bu ülkede PYD gibi bir devlet yapılanması söz konusu olmayacak!
2-) Yeni dönümde mezhepsel, etnik ve bölgesel yapıların birinin üstünlüğüne dayalı devlet yapısı olmayacak. Uzun vadede Esad’ın da olamayacağı bir Suriye olacak!
3-) Tüm sığınmacılar ülkelerine dönecek!
TÜRKİYE İÇİN ‘YENİ BİR POLİTİKA’ MI?
Evet Yıldırım’ın açıklamasına göre Türkiye, Suriye politikasını eski “Hain Esad gitsin”, “PYD, YPG terör örgütü” çizgisinden geri çekiyor ve “Esad’ın uzun vadede gitmesine” razı oluyor.
Esad’a bu yaklaşım yenidir ve bu Rusya ve İran’ın savunduğu çizgidir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin Suriye’de “siyasal çözüm” konusunda, rejimle ilgili olarak, Rusya-İran çizgisine geldiğini söyleyebiliriz.
Ancak öte yandan PYD ve YPG konusunda “kırmızı çizginin” sürdüğü görülüyor. Bu da Türkiye ile batılılar arasında IŞİD’e karşı mücadele ve Suriye’nin geleceğine dair gerilimli ilişkinin süreceğini gösterdiği gibi, Rusya ve İran ile de Suriye’nin nasıl bir “toprak bütünlüğüne sahip olacağı” konusunda sorun yaratacağını söyleyebiliriz.
Çünkü sonuçta Rusya da PYD ve YPG ile iyi ilişkilerini sürdürüyor ve bir tür müttefik. “Nasıl bir Suriye” konusunda da Rusya (İran, Türkiye gibi düşünse bile) Kürtlerin ağırlığını ve onların kendi kaderlerini tayin hakkını, en azında bölgedeki amaçlarını da gözeterek, açıkça reddedemeyecektir. Hele de hem Musul hem Cerablus ve Rakka’nın kurtarılmasında etkin rol oynayacak (öyle görünüyor) olanın Kürtler olacağı, laik bir Suriye için “Kürtlerin olmazsa olmaz” bir güç olduğu dikkate alındığında PYD-YPG’ye “kırmızı çizgi” çekmek Türkiye’nin “Suriye’de siyasi çözüm” tartışmalarının dışına düşmesi demektir.
Çünkü bugün Rojava kantonları ve Kütlerin Demokratik Suriye Güçleri içindeki pozisyonu dikkate alındığında PYD ve YPG’ye “kırmızı çizgi” çekmek, “onları terörist” ilan ederek dışlamak, Suriye’de siyasi çözüm masasının dışına düşmek demektir.
Kaldı ki, PYD ve YPG’yi terörist görmeye devam etmek demek Türkiye’nin kendi Kürtleriyle de barışma imkanlarını ortadan kaldırmada ısrar anlamına gelecektir. Bu da Türkiye’nin sadece dış politikasını değil iç politikasındaki sorunları da çoğaltacak, kendi Kürtleriyle barışını daha da zorlaştıracaktır.
Bu yüzden de Türkiye’nin Suriye politikasında “değişim” için Başbakan Yıldırım’ın iddiasının az çok gerçek olabilmesi için Türkiye’nin kendi Kürtleriyle barışma ve sorunun barışçıl çözümünün bir biçimde yeniden gündeme getirmesi zorunludur.
Bu yüzden de Suriye’deki her gelişme ve orada atılacak her adım aynı zamanda Türkiye’nin iç politikasında yeni bir adımı gerekli kılmaktadır. Elbette tersi de doğrudur.
Ötesi; “Esad konusu”, “mülteci konusu”, “toprak bütünlüğü tartışmaları”…Türkiye için tali konulardır ve Türkiye’de ve Suriye’de Kürt sorununda bir adım atmadan Suriye politikasında Türkiye’yi rahatlatacak bir politika değişikliği yapması, Türkiye’nin sorunun etkin bir tarafı olarak sahnede yer alması çok zordur!
Evrensel'i Takip Et