Sadece erkek şiddeti mi, sadece meczup işi mi?
Fotoğraf: Envato
İstanbul’da bir adam şort giyen bir kadına “Sen şeytansın, açık giyinenler ölmeli” diyerek otobüste tekme atıyor, ifadesinde “Her şey İslam hukukuna uygun oldu” buyuruyor. Önce serbest bırakılıyor, sonra tepkiler üzerine “Halkı kin ve düşmanlığa sevk etme” suçundan gözaltına alınıp tutuklanıyor. İfadesinde “Olay sırasında benim milli ve manevi duygularım üst düzeydeydi. Ülkemizde bazı manevi değerler her gün aşındırılıyor. İslam hukukunda seksi giyinen bayana kırbaç vurulur. Devletimizden İslam’ı resmi din olarak benimsemesini istiyoruz” diyebiliyor.
İzmir’de işten eve dönen bir kadına tacizde bulunanlar, kadın tepki gösterince “Bize kimse hayır diyemez” diyerek feci şekilde darbediyorlar kadını. Saldırganlar gazetelerde “Dekolteden tahrik olan erkekler” cümlesiyle aklanıyor. Etraf, yaşanan saldırıyı “karı-koca kavgası” sandığı için görmezden geliyor. Adamlar hâlâ sokakta...
Gördüğümüz; kışkırtılmış erkekliğin iplerinden boşandırılması... Bu kışkırtılmış erkekliğin yaşamın her alanında kadınlara “Kendi istediği gibi olmayı dayatma, kendi arzusunca muamele etme” hakkını kendinde görebilmesi...
Şortlu kadına atılan tekmenin, tacize ses çıkaran kadının sokak ortasında yediği dayağın erkek şiddetiyle iç içe geçmiş siyasal bir içeriği yok mu peki? Var.
Bugün bu yaşananlarda erkek şiddetinin kadınların eşitsizliğinden beslenen politik içeriğinin yanı sıra dine dayalı baskıcı bir muhafazakarlığın yaşam alanlarımızı hızla sınırlandırmasının da etkisi büyük. Bu şiddet, muhafazakar toplum projesi için kadınları hizaya çekmek isteyen iktidarın tüm devlet aygıtlarını kullanarak meşrulaştırdığı, kışkırttığı bir şiddet.
Erzurum Adliyesinin şiddet gören kadının tayt giymesi nedeniyle faile utanmadan “Tayt indirimi” verebilmesinde de bu var. Muhterem Göçmen’in katilinin kendini “Başını örtmediği için öldürdüm” diye savunup, iyi hal indirimi alabilmesinde de. Kadınlara yönelik suç işleyenlerin mahkemede kendisini “Cumhurbaşkanımıza hakaret etti” diye savunabilmesinde, bu savunmanın indirim gerekçesi olabilmesinde de. Kadınlara yönelik ayrımcı sözleriyle gündeme gelen iktidar sözcülerine karşı adalet mekanizmalarına başvuru yapan kadın örgütlerinin “Söylenenler ifade özgürlüğü kapsamındadır” denilerek boşa düşürülebilmesinde de...
Tekmecinin polisler arasında sırıtan çehresinde, ofisinden Kadıköy iskelesini seyrederken kadınların kıyafetlerinden rahatsız olduğunu ilan etmekten çekinmeyenlerin, “Kadın-erkek fıtratları gereği eşit değildir” buyuranların, her fırsatta “yerli ve milli değerler”i diline dolayanların, “Anayasa’dan laiklik ilkesi çıkarılmalı” diyenlerin, makbul kadın olma kıstasları sıralayanların arkasında olmasının rahatlığı var.
Bu siyasal iklimi önemsizleştirerek yaşananları değerlendirdiğimizde, erkek şiddetinin her veçhesini aynılaştırdığımızda, bize bu hayatı reva gören zihniyetin kendini aklayıp bu sistematik şiddete “münferit vaka” diyebilmesinin de önü açılıyor.
Yaşanan şiddet olaylarına tepki yükselirken, Ankara’nın göbeğinde kadınlara nasıl giyinmeleri gerektiğine dair el ilanları dağıtan cüppeli sarıklı adamlara tepki gösteren kadınların aylar önce çekilen görüntüleri tekrar dolaşıma sokuluyor mesela. “Şortlu kadına saldırı nasıl bir nefret suçuysa, bu da aynı derecede nefret suçu” açıklamaları eşliğinde...
Yeni Şafak Yazarı Özlem Albayrak yaşananların 28 Şubat döneminde başörtülü kadınların yaşadığı şiddetin yanından bile geçemeyeceğini, çünkü o dönemde devlet zoru varken son yaşananların kendini bilmez bir meczubun işi olduğunu yazıyor.
Tam da bu sırada Bursa’da metroya binen bir kadın “Şortlu kadının başına geleni biliyorsun, kes lan sesini o…u” diye tehdit ediliyor. Okullarda kız öğrencilerle erkek öğrencilerin aynı merdivenlerden çıkmasına dahi tahammül edilemiyor, eğitimin her alanı din tahakkümüne sokuluyor, Mecliste kadınların boşanmalarını engelleyecek öneriler yasalaşmayı bekliyor, çocuk evliliklerini meşrulaştıran yasal düzenlemelerin uygulamaya sokulması için harıl harıl çalışılıyor.
Bütün bu yaşananları iktidarın erkek şiddetini kendi neoliberal muhafazakar suretine uygun biçimde kullanmasını, değiştirip dönüştürmesini görmezden gelerek konuşamayız. Muhafazakar tahakkümün yarattığı toplumsal politik iklimi hesaba katmadan tartışamayız.
Bugün yaşam alanlarımızı tümden daraltan bu şiddet dolu tahakküme karşı yürüttüğümüz mücadelede sözü her eksik bıraktığımızda boşluklar bu hegemonik zihniyetin kafa karışıklıklarıyla dolduruluyor çünkü.
- “Aileyi koruma” lafının altından yine nefret ve düşmanlık çıktı! 08 Ekim 2022 00:45
- Başörtüsü istismarında at başı gidenler 06 Ekim 2022 04:28
- Bizi kim öldürüyor? 05 Ekim 2022 05:18
- ‘Sözleşmeden vazgeçmiyoruz’ demek ‘Tek adam yönetimini tanımıyoruz’ demek 21 Temmuz 2022 05:00
- Beşikten mezara rehineliğin adı: Çocuk yoksulluğu 15 Nisan 2022 00:55
- Emma’dan Emine’ye... 10 Mart 2022 23:56
- Kadın dostu postunda emekçi kadın düşmanlığının şahikası: Farplas 18 Şubat 2022 01:20
- ‘Küçüğün rızası’ diyen Bakan çocukların nafakasına göz dikti 11 Şubat 2022 00:00
- Cezaevlerine göz kulak olmak, dillerimizi koparamasınlar diye dil olmak... 28 Ocak 2022 05:00
- 6. Yargı Paketi tehlikesi: Nafaka hakkına saldırıda somut adımlar 07 Ocak 2022 04:54
- Geçen hafta yoksulluktan, çaresizlikten yedi çocuk öldü 24 Aralık 2021 05:00
- Asgari ücreti kadınlara lüks haline getirenler 10 Aralık 2021 04:52