10 Ekim, barış ve demokrasi mücadelesinin günü!
Adları Ali’ydi, Deniz’di, Korkmaz’dı, Elif’ti, Şebnem’di, Ata’ydı, Barış’tı, Hüseyin’di, Berna’ydı, Mehmet’ti, Bedriye’ydi... On binler toplanmıştı, Ankara Garı ve çevresine... Daha da artacaktı sayıları. Edirne’den, Kars’tan İzmir’den, İstanbul’dan, Diyarbakır’dan,...ülkenin her yanından gelmişlerdi... Ellerinde pankartları dillerinde barış sloganları kararlı adımlarla yürüyorlardı barış meydanına çevirmek için Sıhhiye Meydanı’nı...
Günlerden 10’uydu 2015 yılı ekiminin. Talepleri artık kan dökülmemesi, barış ve kardeşlik içinde yaşamasıydı, Türkiye’nin ve bölgenin halklarının. Bir savaş olacaksa bu, sonsuz barış için, kardeşlik için, eşitlik için, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya için olsun diyorlardı!
Ama barıştan nefret edenler, güneşin altında özledikleri dünyayı savunamayanlar, lanetli bedenlerine bombaları sararak, girdiler aralarına ve katlettiler 101 barış savaşçısını; 400’ünü de yaraladılar.
Saldırganlar, IŞİD adlı Orta Çağ cehenneminden kaçan İslam dünyasını kana bulayan bir örgüte mensuptu. Ama ülkeyi yönetenler, katillerin örgütünün adını bile açıkça söyleyemedi, katliamı ağız dolusu lanetleyemediler. “Kokteyl terör örgütü”, “kolektif terör”, “üst akıl” gibi bir takım “mefhum ‘kötü’ odaklar” tanımlayıp, gerçek katilleri halkın gözünden sakladılar, hatta katledilenleri, saldırıya uğrayanları suçladılar. Suçlamalarını, “Bu saldırıyı kendileri yapmıştır” demeye gelen iddialar öne sürdüler.
Bu açık ve gizli IŞİD’ciler, sosyal ve yandaş medyada, Türkiye tarihin bu en kanlı sivil katliamını savundular, katillerin cennete gideceğini iddia eden yazılar yazdılar; “Öldürenlerin eline sağlık ama az ölmüşler!” diye hayıflandılar; Konya’da “milli maç”ta tribünler, 10 Ekim katliamı için yapılan saygı duruşunu protesto edip yuhaladılar!
Ve devletin en yetkili makamındakiler, daha ilk günden itibaren bu saldırıyı “Barış talep eden masum yurttaşların cani bir örgütün elamanları tarafından katledilmesi, ülkenin barış içinde olması talebine karşı bir saldırı” olarak görmediler. En fazla, “vakayi adiye”den bir “asayiş olayı” olarak gördüler. Nitekim daha sonraki benzer saldırılarda hayatını kaybedenleri, “şehit” ilan ederken 10 Ekim Katliamı’nda hayatını kaybedenler için resmi devlet tutumu, bırakalım “şehitlik” gibi bir kutsamayı, saygı gösterdiklerini ifade eden bir işaret vermekten bile kaçındılar. Bunu da “özellikle yaptılar” desek başımız ağrımaz!
Bu “özel tutum”, geçtiğimiz bir yıl boyunca; katliamın kurbanlarının yakınlarına karşı da, katliamın hedefi olan demokrasi güçlerine karşı da; katliamda hayatını kaybedenlerin anmaları, anılarının yaşatılması için yapılan tören ve etkinliklerin engellenmesine varan girişimlerle sürdü.
Nitekim 10 Ekim Katliamı’nın birinci yıl dönümü olan, yarın Ankara’da yapılacak olan anmanın da Ankara Valiliği tarafından yasaklandığını öğrendik.
Ankara Emniyet Müdürlüğünden yapılan yasaklamaya ilişkin açıklamada, “İlimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyetin, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla gerekli tedbirlerin alınması kapsamında,... yasaklanmıştır” denmektedir. Yani halkın güvenliği için bu yasaklama yapılmış!
Yalandan kim ölmüş ki!
Çünkü bu, barış talebinin yasaklanmasıdır;
Çünkü bu IŞİD’i ve iş birlikçilerini lanetlemenin, güvenlik güçlerinin katliama göz yumması anlamına gelen “ihmallerinin” yüzlerine vurulmasının yasaklanmasıdır.
Çünkü bu, özgürlükleri kullanma hakkının yasaklanmasıdır.
Yaklaşık bir ay sonra da 10 Ekim Katliamı’nın sorumlusu olarak gösterilen kişiler “yargı” önüne çıkarılacaktır. Ama, 10 Ekim 2015 günü, kendilerine gelen istihbaratı bile değerlendirmeyen, ellerinin altındaki IŞİD’cilerin saldırılarını önlemeyen emniyetin hiç bir yetkilisi yok bu yargılamada. Her zaman olduğu gibi, 101 kişinin katlinde de hiçbir “güvenlik zafiyeti” yoktur!
Hele de bugün barış isteyenlerin barış talebiyle eylem yapanların, “barıştan yana” yazı yazan gazetecilerin, hatta bir dilekçeye imza atan akademisyenlerin “terörist”, terör örgütüne destek vermekle suçlanıp tutuklanıp mahkemelere sürüklendiği bir zamanda;
* 10 Ekim Katliamı’nın gerçek sorumlularının mahkemeye çıkarılmasını istemek,
* Yargı sürecini IŞİD ve onunla iş birliği ve kader birliği yapanları teşhir etmek,
* Gerek iddianamedeki gerekse ortaya çıkan kanıtlar etrafında gerçek bir yargılama için mahkemeyi salonlardan çıkararak halkın huzuruna taşımak,
* Barış talebini bu mücadele etrafında yenilemek, önümüzdeki dönemin önemli bir görevi olarak önümüze çıkmıştır.
Ülkenin içinden geçtiği sürecin özellikleri, 10 Ekim Katliamı’nı sadece bir anma günü, sadece büyük bir katliamın gerçekleştirildiği bir yıl dönümünden öte, bir demokrasi ve barış günü olarak almamızı gerektirmektedir. Bu da bize katliamın trajik yönünü olduğu kadar, hatta ondan da fazla siyasi boyutuyla, her gün süren barış ve demokrasi mücadelesinin bir dayanağı olarak değerlendirme sorumluluğunu yüklemektedir.
Evrensel'i Takip Et