'Anayasa-babayasa' meselesi (2)
Kirvem,
Ülke sathında Kürtçe deyimiyle “pırpar” ya da namıdiğeriyle “semizotu” tohumu misali hayli bol ve “bereket”li gündemler birbirinin peşi sıra sanki “resmi geçit” yapıp duruyorlar.
Genelde halkın kahir ekseriyetinin “aş, iş” yoğunluklu gündemleri başı çekerken, öte taraftan ülkenin kaptan köşkünde oturanların pergel, iletki, gönyeler eşliğinde çiziktirip, dolayasıyla öncelik sırasına göre “seyir defterlerine” not ettikleri gündemler nedense farklı.
Yıllar yılı demokratik ülkeler safında yerimizi almak için canla başla güya çalışıp, hatta bu uğurda tüm engelleri aşmak hayaliyle elimizden gelen her türlü fedakarlıktan kaçınmayacağımıza dair hemen her vesileyle yemin billah edip durduk ama geçip giden bunca zamana rağmen memleket manzaralarına veya içinde debelenip durduğumuz ahvalimize bakılırsa; görünen o ki, “muasır medeniyet” denen bu yolda henüz nal toplamakla meşgulüz..
“On yılda on beş milyon genç” yarattığımız o günlerin ardından “on yılda bir” kapımızı çalan “apoletli darbeler”le tökezleyip dururken, daha geçenlerde bir akşam üstü henüz ne idüğü tam da belli olmayan, asker, sivil “ortaya karışık” bir “darbe girişimi” sonucunda milletçe yine feleğimizi şaşırdık ama bu kez Allah’ın inayetiyle uçurumun kenarından dönmeyi başardık elhamdülillah!
Ancak atalarımızın buyurduğu “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfler” deyiminden yola çıkıp, bu kez hani amiyane deyimiyle, hani mil pardon merkebimizi sağlam bir kazığa bağlayıp, dolayısıyla bir daha böyle bir “bela”nın milletimizin başına musallat olmaması için gereken bilumum önlemleri öncelikle bittabii ki cumhurumuzun başının direktiflerinin yanı sıra, keza başımızın başı başbakanımızın tıpkı soyadı gibi “yıldırım” hızıyla aldık, alıyoruz nitekim!
Nitekim bu bapta halkımızın zaten yabancısı olmadığı gibi, ayrıca özellikle Güneydoğu Bölgesi’nde yaşayan vatandaşlarımızın yıllarca içinde yaşadığı olaganüstü hal koşullarına, maalesef bir kez daha tosladık!
Yarım asrı aşkın zamandan beri zırt pırt değiştirip ya da yeni bir kılıfa uydurma gayretiyle arada bir sağını solunu budayıp, bazen tozlu raflara kaldırdığımız anayasamızı, tam da fırsat bu fırsat, tam da “Allah’ın lütfu”yla kapımızı çalan bu “darbe girişimi”nin rüzgarıyla yelkenlerimizi doldurup, böylece eksik gedik kalan, daha da doğrusu hak, hukuk, adalet lafazanlığıyla papağan misali ötüp duran hem milletin yüce Meclisindeki, hem de kimisi sözde akademisyen, yazar, çizer, gazeteci kılıklı bilumum “muhalefet” cenahının, yersiz, lüzumsuz bahanelerle engellemeye çalıştıkları hayırlı icraatlarımızı OHAL hükümlerince tez elden halledip, buna ilaveten bir de “başkanlık” tacıyla donatmaya çalıştığımıza göre, demek ki “Allah boş duranı sevmez” diyen ecdadımızın izinden, “durmak yok” dusturuyla yola berdevam!
Vee...durmadan aynı minvalde yola devam ederken, bittabii ki öncelikle “anayasa”mızın temelini oluşturan adalet çizgisinden asla şaşmadan, ayrıca henüz tam anlamıyla neyin nesi kimin fesi olduğuna dair halkımızın en azından “yerli ve milli” olmayan yüzde ellisinin zihninde muğlaklığını koruyan “mübarek” bir “dava”nın gölgesine sığınıp, sonra da anayasanın temel taşı olan hukuk sistemini, keyfe keder “babayasa”larla mıncıklayıp, hele hele “inadım inat” efelenmelerle gerek memleket, gerekse uluslarası arenada yağıp gürlemenin devri sanki geçti mi ya da miadı doldu mu, kim bilir Kirvem!
Evrensel'i Takip Et