09 Kasım 2016 00:51

Kişisel değil ilkesel

Kişisel değil ilkesel

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin “yönetici eliti” içerisinde aramanın beyhude olduğu erdemlerin başında ilkelilik gelir. 

Bu ülkede ilkeler değil çıkarlar vardır ve bu çıkarlar alabildiğine kişiseldir. Bu yüzden yönetenlerimizin sık sık kendileriyle çeliştiğine, dün ak olduğuna yemin ettiği şeye kara dediğine tanık oluruz.

Ülkenin cumhurbaşkanının son 5 yıl içerisinde çektiği patinajlara bakmak ve tüm iradesini onun 2 dudağından çıkacaklara bağlayan “akıl takımı”nın bu uğurda geçirdiği söylemsel dönüşümü incelemek memleketin yaşadığı “ilke” problemini anlamak için yeterli.

Artık gazeteciler olarak Erdoğan, geçmiş politikasıyla tamamen tezat olan sözler sarf ettiğinde “Oysa şu tarihte şöyle demişti” diyerek “tutarlılık teşhiri” yapmayı dahi bıraktık. Çünkü bu, rutin haline geldi ve işin acı tarafı kitleler üzerinde çok da etkili olmadığını gördük. İlkesizlik, tutarsızlık, dürüstlük pek de umurumuzda değil.

Şöyle bir örnek verip işin siyasi boyutunu noktalayayım:

2 yıl sonra ‘FETÖ’nün baş tacı ilan edilip bizlerin bugün ‘FETÖ’ hakkında yazdığı yazılar, attığı tweet’lerden yargılanmayacağı konusunda bahse girebilecek babayiğit var mı?

Bu soruya sağlıklı yanıt vermek için hatırlanması gereken Erdoğan vecizleri: ‘Ergenekon’un savcısıyım’. ‘Anaların ağladığı ülkede huzur olmaz’, ‘Van münüt’. (sonsuzluğa kadar gider bu örnekler)

***

İlkesizlikler diyarında Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, bundan 3 ay önce bir karar aldı ve Arda Turan başta olmak üzere Euro 2016 kadrosunda yer alan pek çok ismi milli takıma çağırmamaya başladı. Terim’in ülke tarihinin en önemli futbolcularından birini kadroya almaması elbette merak uyandırdı ve gazeteciler de bu konuda teknik patrona sorular yöneltmeye başladı. Tabii Terim, bir ‘Cumbaba’ değil. Basın toplantılarında gerçek gazeteci sorularıyla karşılaşma tehlikesi halen var. Bu yüzden Mehmet Demirkol’un olayın aydınlatılması için yönelttiği sorulara “Sen bu sorunun yanıtını benden daha iyi biliyorsun” gibi imalı yanıtlar verdi. Nihayetinde yaptığı açıklamalardan biri kararının “Kişisel değil ilkesel” olduğu şeklindeydi. Terim’e göre kadroya almadığı futbolcular “Kendisinden değil Türk halkından özür dilemeliydi”.

Tam olarak ne olduğu halen olayın aktörleri tarafından açıklanmayan ve son gelişmeyle birlikte sonsuza kadar bir sır olarak kalması ihtimali güçlenen “Prim krizi”ni ima eden bu sözler Arda Turan’ı güç bir konumda bırakıyordu.

Normal bir ülkede Terim’in “ilkeler” ve “ülke çıkarı” gibi “kutsal” kavramlarla bezediği çıkışının son nokta olduğunu, Arda Turan’ın en azından Terim’in iktidarı boyunca milli takıma alınmayacağını düşünmemiz gerekirdi. Ama hepimiz en geç kasım ayında Arda Turan ve diğerlerinin takıma geri döneceğini biliyorduk.

Çünkü mesele hiç de Fatih Terim’in iddia ettiği gibi “İlkesel”, “Milli” falan değildi. Tamamen kısa dönemli çıkar ve ego savaşları masadaydı. Milli takım sahada 3’te 0(galibiyet) çekince ve devreye Cumhurbaşkanının uzun kolları girince ilkeler üzerine anlatılan tüm masallar rafa kaldırıldı.

Gerçekten işsizseniz yaşadığımız bu 3-5 aylık ‘Milli takım savaşı’nın karanlıktaki noktaları üzerine kafa patlatabilirsiniz. Ben size meseleyi kısaca özetleyeyim: Burası Dingo’nun ahırı ve burada ilkeler değil çıkarlar konuşur.

YÖNETİCİ DEMİŞKEN…
Galatasaray’ın Mahmut Uslu’su olmaya çalışan Levent Nazifoğlu’ya değinmemek olmaz. Sezon başından beri yönetici meşhurluğu adına ciddi bir çaba içerisinde olan Nazifoğlu, skorlar kötüye gittikçe en bayağı taktiklere başvuracak kadar klişe. Şimdi de “Beşiktaş’ın hakem koruması altında olduğu”nu iddia ederek takımın oynayamadığı futbolu (iyi ya da kötü futbol demiyorum çünkü ortada bu nitelemeyi hak edecek seviyede bir futbol yok, olsa olsa futbolumsu var) gündemden düşürmeye çalışıyor. Futbol kulüpleri, Türkiye’deki “yöneten” sorununun en bariz gözlemlenebildiği alan. Nazifoğlu da bunun en tipik örneklerinden. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa