26 Kasım 2016

Dış politika ve ekonomide 'duvar'ın önünde!

Dış politika, iç politika, ekonomi, siyasetin bütün alanlarında izlenen politikalar, ülkeyi yönetenlere, süreçler ilerlemeye müsaitken, yanlış yapsalar bile belirli manevra imkanları tanır. Ama, süreç ilerleyip, artık mantıksal sonuçlarına varmaya başladığında (vardığında) manevra alanı daralır, dün etkili olacak müdahaleler etkili olmaktan çıkar, izlenen politika mantıksal sonuçlarına varır. Buraya gelindiğinde artık, politikanın dümenini elinde tutanlar için iki seçenek vardır: Ya izlenen politikada esaslı değişiklikler yapmak (Tabii hâlâ bu değişikliklerle kurtarılabilecekse) ya da hamasette, iradecilikte ısrar etmek, gerçeklere sırt çevirmeye devam edip duvara çarpmak!

‘OLMAZ’ DENİLENLER OLUYOR!

Önceki gün ikisi dış politikada diğeri ekonomide olamak üzere üç önemli gelişme birden yaşandı.

Bu üç gelişmeyi şöyle sıralayabiliriz:

1- Suriye savaş uçakları TSK karargahını bombaladı: Suriye savaş uçakları, Fırat Kalkanı harekatının el Bab yakınlarındaki  özel kuvvetlerin yerleştiği binayı bombaladı. Üç TSK mensubu hayatını kaybederken 10’u da yaralandı. Bu Suriye’ye askeri müdahalenin en başından itibaren olması kaçınılmaz ama ülkeyi yönetenlerin kabul etmediği bir gerçekti. Çünkü Suriye topraklarına giren TSK’nin sadece IŞİD’le  mücadele ettiğinde ne kadar ısrar ederse etsin, eninde sonunda Suriye rejimi güçleriyle çatışması kaçınılmazdı. Ve önceki gün bu “kaçınılmaz olan” gerçek oldu! Eğer Türkiye, eski aklına “Yeni Güvenlik Stratejisini” de ekleyerek devam ederse; Rusya ve İran’ın Suriye’deki güçleriyle de askeri olarak çatışmak zorunda kalacaktır!

2- AP, Türkiye ile görüşmelerin dondurulmasını istedi: AP, Türkiye’de OHAL uygulamaları, basına yönelik baskılar, insan hakları ihlalleri, HDP’li parlamenterlerin tutuklanması ve “Lozan Anlaşması tartışmaları” gerekçelerini öne sürerek; “Türkiye ile AB’nin sürdürdüğü görüşmelerin dondurulması”nı istedi. Cumhurbaşkanı daha karar alınmadan, AP’nin alacağı kararı “Yok hükmünde” ilan etti. Başbakan, Dışişleri Bakanı, AB Bakanı ve öteki zevat, “yok hükmündedir”in izinden yürüdü, “AP’nin kararı tavsiye kararıdır, geçerliliği yoktur“ diyerek AB’ye meydan okumaya devam ettiler. Ama, bu kararın “yok hükmü”nde olmadığını “piyasalar” önceki gün verdikleri tepkiyle gösterdiler; AP kararı karşısında T.C. Merkez Bankasının aldığı faizleri yükselterek dövizdeki yükselişi önleme operasyonunu bile ”yok hükmünde” yaparak, AP kararının “var hükmünde” olduğunu gösterdi!

3- Doların yükselişi önünde diz çöküldü: Önceki gün Merkez Bankası’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Faizler indirilmeli!” isteğine karşın, faiz alt sınırını yüzde 0.50, üst sınırını 0.25 arttırıp, bankaların döviz borçlarının TL olarak ödenmesi kararından sonra düşüşe geçen dolar, Avrupa Parlamentosunun (AP) “tavsiye kararı” üzerine yeniden rekor üstüne rekor kırdı! Ve dolar yükselişine dün de devam ederek kendi rekorlarını kırmayı sürdürdü. Bu yükselişin nerede duracağını da kimse bilmiyor!

Merkez Bankası’nın kararından sonra bugüne kadar faiz artışını “faiz lobisinin arzusu” olarak görüp, dövizdeki artışlarına müdahaleye karşı çıkan Başbakan, Ekonomi Bakanı ve Cumhurbaşkanının “süper liberal” ama “milliyetçi” de olan danışmanları, Merkez Bankasının kararını ilk kez “olumlu” buldular! Böylece, doların ve “faiz lobisi”nin önünde diz çökmüş oldular! Elbette ki, doların bu önlenemeyen yükselişinin, kendi izledikleri ekonomik politikalarla bir ilgisi olamadığını ve “doların dış dünyadaki güçlenmesi”ne bağlamaya devam ederek. Oysa TL karşısında yükselen sadece dolar değildir. Avro, İsviçre frangı, Japon yeni , Rus rublesi,...gibi neredeyse bütün yabancı paralar TL karşısında değer kazanmaktadır.

YANLIŞ POLİKALARIN FATURASI HALKA ÇIKARILMAK İSTENİYOR

Suriye politikasında, “Suriye’ye girilince eninden sonunda rejimle de savaşılmak zorunda kalınır, arkasından Rusya ve İran’la çatışılır” diyenler haklı çıktı.

Türkiye’yi Ortadoğu batağına çekip sıkıştırmak isteyen ABD, AB, Rusya ve İran bu gelişmeyi keyifle izliyor olmalı!

Girilen yol buraya; Suriye’nin “Türkiye için bir Vietnam” olmasına gidiyor ve Erdoğan-AKP yönetimi bu yolda hızla ilerliyor, ilerleyecek de görünüyor.  

AB’de ise gidişat, AB ile ve onun temsil ettiği değerlerle kopuşa doğrudur ve süreç hızlanmıştır. AB ile ilişkileri “normal sürdürürken” “tek parti tek adam rejimi” kuramayacağını fark ettiği ölçüde Erdoğan-AKP yönetimi, bu kopuşu hızlandıracak propaganda ve adımlardan da vazgeçemeyecek görünmektedir.

Ekonomide ise, dövizdeki yükseliş enflasyon, işsizlik, üretimde düşüş gibi reel sektörü de kapsayan gelişmeler halk için doğrudan “Acıtıcı sonuçları olacak önlemler”i de getirecektir. Akaryakıttaki ÖTV artışından sonra yine önceki gün otomotivde ÖTV artışlarıyla girilen yol, tüm sektörlere yayılarak genişletilecektir. Yani, Hükümetin izlediği yanlış ekonomik politikaların faturası, enflasyon, yeni vergiler, başlıca tüketim mallarında zamlar, ücretlerde düşüklük ve işsizlik olarak halka çıkarılacaktır. Ki, Cumhurbaşkanı “Gerekirse acıtıcı önlemler alınmaktan çekinilmeyeceği”ni de söylemeye başladı.

Bu üç alandaki sürecin, çarpacağı “duvarın önüne” gelmesi; Kürt sorununun çözümü, basın özgürlüğü, Musul politikası, OHAL uygulamaları gibi alanların da Hükümetin izlediği politikaların kendi “duvarları”nın önüne gelmesinin kaçınılmazlığını gösteriyor.

Bu da Hükümetin ya esaslı bir manevrayla bu politikalardan dönmesi (Ki, bu ihtimal sıfıra yakın görünüyor) ya da bütün bu politikaların duvara çarpmasının yarattığı yıkım ve kaosu bir fırsata çevirip, faturayı halka çıkarmak, “tek parti tek adam rejimi”nin inşası için her yol ve imkanı kullanmasıyla karşı karşıya kalacağı anlamına gelmektedir. Ki, AKP Hükümetinin bu ikinci yolda yürümek isteyeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.

Gidişatın işaretleri ve Erdoğan AKP yönetiminin başlattığı girişimler bunu gösteriyor: Elbette ki işçiler, emekçiler, Türkiye’nin halkları kendi talepleriyle bu politikaların karşısında durup Tükiye’yi laik ve demok-ratik ülke yapma mücadelesinde ilerleyecekleri bir mevzi tutamazlarsa.

İşçiler ve emekçiler bu doğrultuda adımlar attığı ölçüde göreceğiz ki, ülkeyi bir felakete doğru sürükleyen politikalar püskürtülebilirdir. Türkiye’nin emek ve demokrasi güçlerinin bunu başaracak potansiyel gücü vardır.

Bugünün asıl sorunu da bu potansiyeli gerçek bir güce dönüştürmek, bunun için gerekli girişimleri yapmaktır.

Evrensel'i Takip Et