'Anayasa-babayasa' meselesi (5)

Kirvem,
Ülkemizin payitahtı Ankara’nın en tepesindeki maroken koltuklarında oturan “devletlular”ımızın yanı sıra, keza iskemle, kanepe ya da taburelerinde yerlerini alan daha alt kademelerdeki muhterem zevatın neredeyse tümü, ikide bir illa da “çadır”, “kabile” devleti veya “muz cumhuriyeti” olmadığımızı hemen her gün sabah akşam vurgulayıp duruyorlar.

Bittabii ki hepsi de birbirinden değerli, hepsi de yüce devletimizin dümeninde birbirlerini sollayacak kertede “usta”, bir o kadar da “yetenekli” bu insanların cemi cümlesi, bir taraftan kıytırık, yandan çarklı bir muz cumhuriyeti olmadığımızı günde beş vakit haykırıp dillendirirken, öte yandan onların bu hükmüne sıradan birer yurttaş olarak inanmamamız zaten mümkün mü?

Üstelik her şeyin “ala”sını, her şeyin en ince teferruatına varıncaya kadar “doğru”sunu doğuştan gelen “fıtrat”ları mucibinde bilen bu kaptanlarımızın dirayetli yönetimleri sayesinde milletçe bir elimiz yağda diğeri balda gül gibi geçinip, dolayısıyla zerre kadar bir şikayetimiz yokken, buna rağmen illa da bir muz cumhuriyeti olmadığımızı neden tekrarlayıp durduklarını, kendi payıma hiç mi hiç anlamıyorum, anlayamıyorum!

Tamam! Akıl, fikir konusunda Tanrı’nın kılı kırk yaran terazisinden yeterince nasiplenemediğim için kimi meseleleri anlamakta zorlanıyorum; ancak iş, gelip gelip de ikide bir muz cumhuriyeti olmadığımıza dair yetkililerimizin verdikleri bu “ferman”a dayandığında, gerçekten de bunun nedenini bir türlü çözemiyorum...

Çözemiyorum ama yine de kör şeytanın perişan başıma mıh misali sapladığı şu sorunun cevabını da doğrusu hep merak ediyorum: Önceleri bir bölü dört, daha sonraları bir bölü iki, daha daha sonraları da tam anlamıyla dört dörtlük demokrasimizin gölgesinde her Allah’ın günü giderek daha da çok yeşerip gelişen, sosyal adalete dayalı laik bir hukuk devleti olduğumuz anayasamızda “aççık seççik” belirtildiğine göre, o zaman bu “muz cumhuriyeti değiliz” laklakiyatının aslı faslı, astarı yüzü acaba neyin nesi, kimin fesi?

Biçare aklımın ermediği için içinden bir türlü çıkamadığım bu sorunun cevabını özü özüme kös kös düşünürken, bu kez de kör şeytanın yerine son zamanlarda çevremizde “affedersiniz Langa hıyarı” gibi birbirinin peşi sıra bir günden diğerine ortalıkta peydahlanan, işleri güçleri ülkemizin “birlik ve bütünlüğüne” çomak sokmak için yarışan kimi “hain”lerin gizliden gizliye kulağıma fısıldadıkları “melun” sözlerle baş başa kalınca ister istemez feleğimi şaşırdım alimallah!

Akılları bir karış havada oldukları halde yine de hani nasıl derler “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali meydanlarda “üst akıl” pozlarında gezinen bu “bölücüler tayfası”nın fitnelerine bakılırsa;  aslında “anayasa”sı kevgire dönüşen, gelenin geçenin bir çimdik atıp kafasına göre “dizayn” ettiği anayasamızın gölgesinde, şu güzelim ülkemizde maalesef muz cumhuriyetlerinin kanunları geçerliliğini korurken, buna rağmen en tepedeki yetkili zevat ve onun izinden “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısını bir taraftan dillendirirken, diğer yandan da memleketin gerek dahili, gerekse uluslararası camia içinde düştüğü “hal ve ahval” karşısında zırt pırt muz cumhuriyeti olmadığımızı tekrarlayıp durmaları, yine affedersiniz bir çuval inciri bilmem ne yaptıkları için, sadece suçluluğun verdiği bir “savunma içgüdüsü”nün “subliminal” ifadesi ya da dolaylı yoldan itirafıymış!

Kirvem, kimsenin ağzının çuval misali büzülmediği, herkesin, her vatandaşımızın kendi düşüncelerini özellikle de tam da şu günlerde özgürce dillendirdiği şu güzelim memleketimizde, sıradan bir muz cumhuriyeti olmadığımızı, ayrıca mazisi bunca yıllık bir imparatorluğa dayanan devletimizin bundan kellim zaten bir muz cumhuriyeti kalıbına sığmayacağını kendi payıma düşünürken, öte taraftan da bir müddetten beri hazırlığı için kollarımızı sıvayıp durduğumuz “yeni”  anayasamızın ilk maddesinde “muz cumhuriyeti” olmadığımızı kesinlikle belirtip, bunu anayasal çizgide zapturapt altına alıp, böylece canları istediğinde muz cumhuriyeti olmadığımızı söyleyip, canları istediğinde de muz cumhuriyetlerinin “babayasa” kanunlarıyla ülkeyi yöneten zihniyetlerin köküne bu vesileyle belki de kibrit suyu mu dökeriz, kim bilir Kirvem!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çocukları öğüten çark

Çocukları öğüten çark

Yoksulluğun pençesindeki ailelerin çocukları tüm dünyada acımasızca emek piyasasına çekilirken, Türkiye kapitalizmi bu konuda en önde koşuyor. Çarklar köle koşullarında dönsün diye devlet gücünü seferber etmekten geri durmayan iktidar, milyon milyon işçileştirdiği çocukların da uzun ve ağır çalıştırılmasına, onlarcasının ölüme sürüklenmesine göz yumuyor.

2.3 milyon çocuk MESEM kapsamında günde 8-10 saat çalışıp ustalık belgesi aldı

15-17 yaş grubundaki neredeyse her 4 çocuktan biri çalışma hayatında

71 çocuk 2024'te çalışırken hayatını kaybetti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et