1 Aralık 2016

'Failler belli'dir; hesap sorulmalıdır

Adana Aladağ’da Mili Eğitim Bakanlığının yetkililerden yurt yöneticilerine uzanan “organize çocuk katliamı”nın kurbanı olan çocuklar dün gözyaşları arasında toprağa verildi.

Gün geçmiyor ki ülke, sanki önceden tasarlanmış gibi sonuçları olan bir toplu ya da toplumsal nedenlere dayanan katliamla sarsılmasın; kurban yakınlarının feryatları yürekleri dağlamasın, yetkililerin iki yüzlülüğünün ifadesi olan demeçleri vicdanlardaki kanamayı daha da çoğaltmasın!

Bu yüzdendir ki medyamızda;

-Türkiye bir işçi cinayetleri ülkesi!

-Türkiye bir kadın cinayetleri ülkesi!

-Türkiye, bir çocuk cinayetleri ülkesi, gibi manşetler atmak, haberler yapmak kimseye absürt gelmemekte, tersine gerçeğin ifadesi olarak görülmektedir. Ki, öyledir de.

Ve bu türden cinayetler; kurulu düzenle bağlantılı ve ülkeyi yöneten güçlerin yönetim tarzlarından, ülkeyi tarikat ve cemaatlerle yönetme tutumlarıyla, patronlarla içli dışlı ve onların çıkarlarını esas alan politikalarıyla bağlantılıdır. Bu yüzden de bu cinayetlerin her biri, ne kaza, ne kader, ne de bazı kişilerini canavar ruhlu olmasıyla açıklanabilirdir.

Bu tür cinayetlerin her birinin ortak bir özelliği daha var. Bunların, hemen hemen her biri, “göz göre göre gelen” cinayetlerdir!
Bu nedenle de bunlar, olacağı önceden bilinen ama sadece hangi saatte, hangi günde gerçekleşeceği bilinmeyen cinayetlerdir.
Bu cinayetlerden sonra tutulan polis ve bilirkişi raporları, gazetelerin TV kanallarının yaptığı haberlerdeki mağdur yakınlarının söyledikleri, az çok adil bir mahkeme yapıldığında, tanıkların ifadeleri... bu cinayetlerin her birinin, Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanında ki cinayete rahmet okuturcusuna  göz göre göre geldiği apaçıktır. 

Adana’da Aladağ’daki Süleymancılar tarikatının sahibi (*) (herhalde gayriresmi biçimde) olduğu belirtilen öğrenci yurdundaki toplu çocuk katliamı olarak gerçekleşen yangın da göz göre göre gelen cinayetler kategorisinden ve bu seferki kurbanların çocuklar olmasıyla da yüreklere attığı ateş daha yakıcı, vicdanlarda açtığı yara daha büyük olmuştur. 

Yangından sonra tutulan ön raporlar, yurtta kalan ve sağ kalan çocukların söyledikleri, çocukların yakınlarının ve konuyu bilen uzmanların yaptıkları açıklamalar bu yangının bir kaza, bir kader olmadığını gösteriyor. Tersine bu tanıklıklar bu çocuk katliamının, devletin ve Hükümetin tarikatlarla içli dışlılığıyla başlayan ve Milli Eğitim Bakanlığı ve yerel yöneticilerin ellerindeki yetkileri tarikatlar ve özel yurt patronlarının lehine kullanılan ihmal, aymazlık, görevini kötüye kullanmaya kadar varan tutumlarıyla birleşen bir “kolektif katliam” olduğunu göstermektedir.

Yetkililer, “Faillerin bulunup  cezalandırılacağını” söylüyorlar. Ama şu da bir gerçek ki, bu açıklamalar bugüne kadar her böyle faciadan sonra yapılan klişe açıklamalardır. Ne var ki, bu yaklaşımla faciaların gerçek faillerinin bir teki bile cezalandırılmamıştır. Çünkü sorun aynı zamanda bir zihniyet sorunudur ve bu zihniyet ülke yönetimine hakim oldukça, bu zihniyetle hesaplaşmadan da sorunların aşılması için bir adım atmak olanaklı olmamaktadır. Nitekim Konya’da sekiz yıl önce kız Kur’an kursu yurdunda çıkan 18 kız öğrencinin hayatına mal olan yurt faciasının davası sekiz yıldır sürmektedir. Ve tek bir kişi de cezaevinde değildir.

Oysa, Konya’da, Şirvan’da olduğu gibi Aladağ’da da “failler belli”dir ve “sıralı”dır: Milli Eğitim Bakanlığından başlayarak, böyle bir yurdun “mevzuata rağmen” açılmasına izin verilmesinden başlayarak, “denetçilere”, bina içinde gerekli teknik önlemleri almayan yöneticilere kadar “sıralı sorumlular” bellidir. Ve bunlardan hesap sorulmadan da ne kamuoyu  vicdanında açılan yaranın kapanması ne de yeni toplu cinayetlerden kurtulmak olanaklı olmayacaktır.

(*) “Süleymancılar”ın ülke çapında 1500’den fazla “öğrenci yurdu” olan bir tarikat olduğu belirtilmektedir. 

Evrensel'i Takip Et