5 Aralık 2016

İsveç Konsolosluğunda bir tartışmaya çağrılıydım. İstanbul üzerinden çağdaşlaşma tartışılacaktı.

İlginç elbette, İsveçlilerle, İstanbul’ da, İstanbul’u tartışmak…

Daha benim orta öğrenim yıllarımda 800.000- 900.000 oturanı olan İstanbul’dan söz edilecekti. Bu günün neredeyse 20.ooo.ooo’luk İstanbul’unda… Her dört Türk’ten biri İstanbul’da yaşıyorsa bu tartışma Türkiye’nin tartışılmasına varmaz mı?

Daha nerelere varır… Hele hele ana çizgi çağdaşlaşma ise…

Bundan 50-60 yıl önce çağdaşlaşma üzerine tartışma çoktan başlamıştı Batı’da. Bizde bu türden tartışmalar hep en azından yarım yüzyıl sonra geliyorsa bunun ne demek olduğu hepimiz için açıktır sanırım.

Değişik üniversitelerden genç “akademisyenler”, İstanbul’un bir parçasını ele alıp 50-6- yıl öncesiyle bu gününü karşılaştırdı tartışmada.

Biçimsel tartışmalardı genelde… Filan yapı ya da alan şöyleyken bu gün şöyle gibilerden…

50 yıl sonra denildi mi bir ilerlemeden söz edilmesi gerekmez mi? Oysa öyle mi? Böyle mi bu İstanbul’da?

İstanbul’umuzun kültürü nereye doğru evriliyor? Dört yüzyıl önceki camiyi bu günün çağdaş gereçleriyle yeniden yapıyorsak bu ne demek olur ki? Bu bir ilerleme midir? Yoksa yy’lar öncesine gerileme midir?

Asıl söylemek istediklerim bunlar değil.

Asıl konum: Tartışmak…

Biz neden böyle tartışmalar yapamıyoruz?

Örneğin on mimarın, birbirlerini kişisel olarak incitmeden, tartışmaları neden becerilemiyor bizde?

Herkes kendi dalı üzerinde birbirine ışık tutacak biçimde neden tartışamıyor? Birbirini kırmadan, küstürmeden, kişiliklere dokunmadan…

İsveçli gelip, İstanbul’da, İstanbul’ u tartışabiliyor da,biz sokağımızı bile tartışamıyoruz .

Neden?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

İhyanın aslı

İhyanın aslı

Maraş depremlerinin ardından geçen iki yılda ne yiten on binlerce canın hesabı sorulabildi ne de kalanların bir derdine derman olundu. İki yıl sonra iktidar, ”Asrın İhyası” sloganıyla toplumu aldatmaya çalışıyor. Oysa asıl ihya ihaleler, inşaatlar, rezerv alan ilanları, teşvikler, vergi indirimleriyle, depremi gerekçe eden siyasi baskılarla geldi.

Teslim edilen konut sayısı ihtiyacın 3'te biri.

Deprem bölgesinde 'rezerv alan' kılıfıyla halkın evleri, arsaları gasbedildi.

Deprem işçiye yoksulluk, sermayeye 'fırsat' oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Sezgin Tanrıkulu: "Depremin maliyetini en aza indirmek için her ay vergi veriyoruz. Nereye harcandığını bilmiyoruz"

Evrensel'i Takip Et