10 Ekim katliamı üstündeki sis perdesi yırtılıyor
10 Ekim 2015 günü, Ankara’da, Türkiye tarihinin en büyük kitle katliamı olarak tarihe geçen katliamın ikinci celsesi geçtiğimiz hafta, 6-10 Şubat tarihleri arasında yapıldı.
Evrensel okurları, duruşmalarda IŞİD’li katillerin ifadelerini, sanık avukatlarının provokatif çıkışlarını, polisin tarafgirliğini günü güne gazetemizden öğrendiler. Ama bütün bunlardan da öte, 20 aydan beri süren çabaların sonucunda ikinci celsenin oturumları gerçekleşti ve katliam kurbanlarının yakınlarının yanısıra avukatlarının üstün gayretleriyle; bu davanın cihatcı terörizme karşı bir laiklik, özgürlük ve demokrasi mücadelesi davasına dönüşmesinin ne kadar önemli olduğunu da gördük.
‘SALDIRIYI IŞİD YAPTI’ BİLE DİYEMEMİŞLERDİ!
Katliamın hemen arkasında dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Saldırıyı IŞİD yaptı!” bile diyememiş, demek istememişti. Ama halkın kafasını karıştırmak, katliam üstüne bir “sis perdesi” çekmek için dönemin Başbakanı yeni bir “terör tartışması” açmıştı.
BaşbakanDavutoğlu’na göre artık dünyada terör örgütleri kendi başlarına çalışmıyor; “kolektif terörizm” dönemine geçiliyor, “kokteyl terör örgütleri” ortaya çıkıyordu! Bu yüzden “Ankara’daki katliamı IŞİD yaptı” demek doğru olmazdı! Çünkü yine aynı mantıkla artık Ortadoğu’da IŞİD, PKK, Esad rejimi, El Kaide, El Muhabarat, CIA, MOSSAD,...hepsi ortak çalışıyordu!
Ankara katliamının üstüne sis perdesi çekme girişimin ikinci ayağını ise; Mülkiye Müfettişlerinin raporuna karşın, bu kanlı katliamda güvenlikten sorumlu kurumlara ilişkin herhangi bir zafiyetin olmadığına dair alelacele yapılmış açıklamalar oluşturdu. Öyle ki Başbakan Davutoğlu; “Bu kişilere eyleme geçmeden müdahale edersek kişisel özgürlükleri ihlal etmiş oluruz!” diyerek, katliamlara adeta çanak tutan açıklamalar yapmıştı.
Katliamın yargılama süreciyle birlikte, gerek savcılık iddianamesinde yer alan belgeler, gerek katliam sanıklarının ifadeleri ama asıl olarak da katliamın mağdurlarının avukatlarının gayretli çalışmalarıyla;
- “Kolektif terör” , “kokteyl terör örgütü” iddialarının tamamen kara propaganda uydurması şeyler olduğu,
- IŞİD’in öyle aşırı gizlilik içinde “konspiratif” bir örgüt değil, tersine akraba, yakın arkadaşlar, yakın komşuluk ilişkilerinin içiçe geçtiği, bu örgütle şöyle ya da böyle bağlantılı “herkesin her şeyi bildiği” bir örgütlenme olduğu ortaya çıkmıştır.
Emniyet ve öteki istihbarat örgütlerinin IŞİD hakkında ve Türkiye’deki faaliyetleri hakkında IŞİD yöneticilerinden bile fazlasını bildiği, dolayısıyla IŞİD’in Ankara katliamı ile birlikte öteki katliamların da önlenememesinde; emniyetin gerekli güvenlik önlemlerini almamasından IŞİD’in eylem yapmasına göz yummaya kadar çok ciddi “güvenlik zaafiyeti” olduğu açık biçimde ortaya çıkmıştır.
KATLİAMIN GERÇEK SORUMLULARI YARGILANMALI!
Bu nedenlerledir ki, gerek katliam kurbanlarının yakınları gerekse davanın avukatları;
1-) Katliamın siyasi sorumlularını yargı önüne çıkarmadan,
2-) Katliamın gerçekleştirilmesine kolaylık sağlayan ve “güvenlik zafiyeti”nde rolü olan emniyet görevleri yargılanmadan,
Katliamla ilgili yargılamanın kamuoyunu tatmin eden bir yargılama olamayacağı, çıkacak karar ne olursa olsun kamu vicdanının huzur bulmayacağını belirtiyorlar.
Davanın, geçtiğimiz hafta yapılan ikinci celsesindeki oturumlarda, mahkeme heyetinin;
- Bazı tutuksuz sanıklar hakkında tutuklama kararı vermesi,
- Başvuran her kuruma davaya müdahillik talebinin kabul etmesi,
- Mülkiye Müfettişlerinin “güvenlik zafiyeti” olduğuna ilişkin raporunu istemesi, güvenlik görevlilerinin tarafgir tutumları konusunda hassasiyetleri; davanın ilerlemesi için olumlu adımlar olarak değerlendirilebilir.
LAİK-DEMOKRATİK TÜRKİYE MÜCADELESİNİN DAVASI
Ancak şu da bir gerçek ki, davanın siyasi sorumlularını da kapsaması için mahkemenin bu adımlarının yetmeyeceği açıktır. Kaldı ki, bu en büyük katliam davasında siyasi sorumluların mahkemeye çıkarılması için sadece avukatların üstün performansla çalışmaları, davanın dosyasını, kanıtları didik didik etmeleri ve mahkemede sanıkların tehditlerine boyun eğmeden çapraz sorguya tutmaları da yeterli değildir. Mağdur avukatların bu davayı Türkiye’nin demokrasi ve halkların barış mücadelesi olarak görmeleri ve bu tutumla çalışmaları da kendi başına yeterli olmayacaktır. Mağdur ailelerin, sorunu bir aile sorunu ya da kişisel bir sorun olarak görmeyi aşmaları kadar davayı bir barış ve yaşama hakkı mücadelesi olarak görmelerinin de kendi başına yeterli olamayacağı ortadadır.
Burada sorun esas olarak Türkiye’nin ilerici ve demokrat güçlerinin, bu büyük katliam davasını laik ve demokratik Türkiye mücadelesinin önemli bir alanı olarak görmeleri ve kendilerine düşeni yaparak uzun bir mücadeleye girmeleri ile aşılabilecektir.
Çünkü bu davanın siyasi sorumluları Türkiye’yi bugünkü kaos ortamına sürükleyenlerdir.
'HAYIR' KIYIMI DOĞAN GRUBUNA'DA SIÇRADI
Kanal D’nin tanınmış, sabah haberlerinin sunucusu olan İrfan Değirmenci, twitter hesabında “neden hayır” dediğini 20 maddeyle paylaştığı için Doğan Medya Grubu’ndaki işinden atıldı.
Doğan Medya Grubu’nun en yüksek tirajlı gazetesinin yazarı ve çalışanı olan Hakan Çelenk’in de işine son verildi. Hakan Çelenk’in suçu ise; Doğan Medya Grubu’na ait olan CNN Türk’teki bir programda “hayır”ı savunmasıydı!
Her iki gazeteci için de işten çıkarılma gerekçesi, “Doğan Medya Grubu’nun yayıncılık ilkelerine” uygun davranmamak!
Oysa aynı yayın grubu Hürriyet yazarı Fatih Çekirge’nin hem de kendi köşesinden “evet”i savunmasını yayıncılık ilkelerine aykırı bulmamış, Çekirge’ye herhangi bir “işlem” yapmamıştı.
Öyle anlaşılıyor ki, OHAL’le birlikte kendisine yeniden çeki düzen veren Doğan Grubu’nda da OHAL ilan edilmiş. Gerçi daha önce bütün programlara OHAL ayarı verilmiş, hükümete tam biat sağlanmıştı. Şimdi ise bu “biat”ın Doğan Grubu’nda çalışan gazetecilerin “hayır” demelerinin yasaklama aşamasına gelindiği görülüyor.
1 Kasım Seçimi’nden sonra adım adım Hükümete tam biat çizgisine gelen Doğan Grubu’nda gelinen aşama kuşkusuz ki tüm sermaye medyası için de bir çıta koymuştur ve bundan sonra kurum dışında da gazetecilerin “hayır” demesi yasaklanmıştır!
Gazeteciler, gazeteci örgütleri işten çıkarmalara varan yasakçılığa elbette bir tepki verecekler, gazetecilerin iş yaşamı dışındaki yaşantılarına da ayar verme girişimlerini kabul etmeyeceklerdir.
Nitekim Kanal D’de bir dizide oynayan oyuncu Şevket Çoruh, “Ben de Hayır diyorum beni de atın!” derken Hürriyet’te yazılar yazan Gülben Ergen de Değirmenci’ye destek verdi.
7 Haziran seçimleri öncesinde çalışanlarının görüşlerini kendi programlarında açıklamasından bile rahatsız olmayan Doğan Grubu’nun, bugün twitter’den “hayır” görüşü açıklayan gazetecileri işten çıkarmaya yönelmesinin elbette bir tek anlamı vardır. O da Doğan Grubu’nun yayıncılık ilkelerinin; Erdoğan-AKP Hükümeti’nin yandaş medyada ete kemiğe bürünen yayıncılık ilkelerine bağlanmış olmasıdır!
Değirmenci ve Çelenk’e geçmiş olsun diyor, mücadelelerinde yanlarında olacağımızı belirtiyoruz.
Evrensel'i Takip Et