İstikrarsızlaştırıyor muyum?
Diyelim referandum sonuçlandı; 1982 Anayasası daha bir pekişti, o tarihte yapılamayan ya da ‘bu kadarını da yapmayalım’ dendiği için yapılmayan yapıldı: Halkın seçtiği cumhurbaşkanı, halkın oy verdiği partinin başkanı oldu, istediği sayıda bakanları, cumhurbaşkanı yardımcılarını ya da sadece cumhurbaşkanı yardımcılarını ama asla vazgeçilmez üst düzey kamu görevlilerini atadı, yani yürütmeyi kendi tasarımıyla gövdelendirdi. Parti başkanı olmanın gücüyle tek tek belirlediği milletvekillerinin parlamentodan el vermesiyle yargıç ve savcıların kaderini tayin eden Hakimler Savcılar Kurulu’nu tarafsızlığından emin olduğu ve kendinden başkası dokunamayacağı için dokunulmazlıkları mutlak olan üyelerden oluşturdu; kurul, tarafsızlığından emin olunan ve Cumhurbaşkanından başka kimse dokunamayacağı için dokunulmazlıkları tartışmasız güvence altına alınmış yargıç ve savcıları görevlendirdi, böylece yargı çarkı cumhurbaşkanının tasarımıyla biçimlenen tam bağımsız bir işlerliğe kavuştu. Cumhurbaşkanı cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle kanun çıkartılmamış durumları, çıkartılmış kanunlardaki boşlukları adilane ve ilkeli tutarlılıkla hemencik düzenledi; yani yasama Cumhurbaşkanının tasarımıyla günü birlik, süratli, milli irade üstünlüğünü sağlayan faaliyetler platformu niteliğiyle kuvvetler ayrılığının küresel boyutta hayranlık uyandıran sembolü oldu.
Her şey mükemmel. Her şey tek başlı. Tam istikrar.
Her şey uyumlu.
Mükemmel ve uyumlu olmayan, istikrarsız bir tek ben varım.
Diyelim, şeytan dürtükledi, siyasete dalmaya karar verdim: Bir siyasi parti kurdum ve yaşıma başıma bakmadan, haddimi aşıp daldım kitlelerin içine...Aaa! kimse bana ‘sen de kimsin, ne yapıyorsun?’ diye sormuyor, gece tutuklanıp sabah salıverilip ertesi sabah gene gözaltına alınmıyorum; ciddiye mi alınmıyorum ne? Benim bir kayyımla değiştirilmemi öneren yazar, çizer, konuşur bile çıkmıyor. Ama siyasi hava, nedenini bilmem, benden yana esiyor...ki Cumhurbaşkanı seçimiyle birlikte yapılan genel seçimlerde Cumhurbaşkanlığına diğer partinin başkanı seçilirken benim kurduğum parti, altı yüz milletvekilliğinden üç yüz on iki milletvekilliğini sağlıyor. Bekliyorum, cumhurbaşkanı bana yeni hükümeti kurma yetkisi verecek. Boşuna bekliyorum, çünkü unutmuşum, artık hükümet filan yok. Ben çoğunluk partisi başkanı, biz çoğunluk partisi milletvekilleri bakan, Cumhurbaşkanı yardımcıları, üst düzey kamu görevlileri atayamayız. Ne kadar kamu kurumu varsa bunların hepsinin yönetiminin belirlenmesinde esas söz sahibi Cumhurbaşkanı. Yani ben, çoğunluk partisi başkanı ve çoğunluk partisi seçilmiş milletvekilleri yürütmeyi izler, eleştirir, önerilerle zenginleştirmeye çalışabiliriz ama yürütme içinde asla söz sahibi olamayız. Milli Güvenlik Kurulu’na katılamayız; Türkiye’nin can alıcı güvenlik-özgürlük konularında, temel ekonomik, siyasi gündemine ilişkin kararlar orada biz yokken alınır, biz o kararlara uymak zorundayızdır.
Yargının oluşumu ve işleyişinde, hariçten gazel okumak dışında hiç bir işlevimiz yoktur; işlev ararız, bulamayız. Aramızdan biri ‘Cumhurbaşkanının sorumluluğu var, denetim mekanizmasını işletelim’ der, ona inanırız. Meclis’te 312 kişiyiz, soruşturma için önerge verebiliriz. Öyle olur veririz; ancak soruşturma açılsın mı noktasına gelindiğinde, soruşturma açılması için 360 oya gereksinim vardır. ‘Hay allah! 360 milletvekilimiz olsaydı...’ diye hayıflanırken aramızdan biri, ‘Arkadaşlar, o zaman da soruşturma açılırdı ancak kovuşturma açılması için 400 oya ihtiyacımız olurdu, yani 399 milletvekilimiz olsaydı bile işe yaramazdı’ diye bizi umutsuzluğa daldırıverir. Kanunları düzeltelim deriz, parlamentodaki usule uyarak kanun tartışırken Cumhurbaşkanı erken kalkar erken davranır, bir günde on Cumhurbaşkanı kararnamesi çıkartarak önümüze geçer.
Yani, ey şeytan, ben ve genel başkanı olacağım parti Cumhurbaşkanlığı seçimiyle aynı günde yapılan genel seçimlerde parlamentoda çoğunluğu sağlasak bile ne yürütmede, ne yargıda ne yasamada işlev kazanamayacağımızı biliyordun, niye beni dürtükledin? Şeytan şeytanca sırıtır ve der ki; “Eyyy dürtüklenebilir adam...Bir hatun çıktı, ‘Demokratik yoldan kral seçiliyor, bürokrasi bile kalkıyor’ dedi, ona kulak vermedin seni dürtüklememe bel bağladın”.
Şeytan haklıydı.
Kıssadan hisse, istikrarsızlık tohumlarının ekilmesi istenmiyorsa, seçilen Cumhurbaşkanının aynı zamanda başkanı olduğu siyasi partinin de mecliste çoğunluğu oluşturması gerekiyor. Cumhurbaşkanı bir partiden, meclisi oluşturan 600 milletvekilin 401’i bir başka partiden seçilirse, o başka parti büyük çoğunluğuna rağmen iktidar partisi olamaz, istikrarsızlık tohumları yeşerten karşı-parti olarak kalır.
Örneğin ben; madem 401 milletvekili seçilen partinin başkanıyım, niye Cumhurbaşkanı adayı olmadım da istikrarsızlık zemininin tohumlarını attım?
Böyle bir istikrarsızlık, örneğimizde olduğu gibi, otuz beş yılda bir oluşabilir; onun çözümünü de o dönem yaşayacaklar icat etsinler.
Evrensel'i Takip Et