'Milli ruh' meselesi (1)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Bazen... uğursuz bir gecenin uğursuz bir vaktinde uykumuzu ansızın haram eden bir diş ağrısıyla ister istemez uyandığımızda, evvelemirde kem talimize, kara bahtımıza kızıp, ardından da çaresizlik içinde öncelikle evimizin bir köşesindeki “sözde” ecza dolabından her derde deva bir “Aspirin”, ya da adı sanı gari bir zamanların reklamlarında kalan hiç olmazsa bir “Gripin” bulup, böylece o an sinirlerimizi allak bullak eden ağrımızı bir nebze de olsa dindirmeye çalışırken, bu arada ecza dolabından ziyade çoğunlukla içine koyduğumuz firkete, dikiş iğnesi, uhu, don lastiği, saç tokası, çamaşır mandalı gibi daha bir sürü ıvır zıvırlarla ecza dolabından çok giderek sanki bir nevi “Çıfıt çarşısı”nı andıran bu dolapta; Aspirin, Gripin veya ağrı kesici herhangi bir ilaç bulamayınca, bu kez hani nasıl derler denize düşen yılana sarılır misali kurtuluşu, küçücük, tozlu bir şişe içinde bizlere göz kırpan “nane ruhu”nun bir damlasında bulmaya çalışırız...
Bazen... şu ya da bu nedenlerle gerek kişisel, gerekse ülke sathında saymakla bitmeyecek irili ufaklı “meseleler”imizin anaforunda yaşadığımız stres, psikoljik travmalar sonucunda bir taraftan saçlarımız tel tel, yavaş yavaş dökülürken, diğer yandan da özel hastanelerin burunlarımıza dayatacakları hayli yüklü faturalarla karşılaşmamak için, SSK’den güçbela edindiğimiz randevu sonucunda kapısında nöbet tuttuğumuz cilt doktorunun, anında koyduğu teşhisle “saçkıran” olduğumuzu, tedavisinin en kestirme yolunun da, gavurca adıyla “asetik asit” veya namı diğeriyle “sirke ruhu”yla saçlarımızın dibine yapacağımız masajla kurtulacağımızı öğrendiğimizde, bittabii ki böylesine ucuz yollu soğanlı, sarımsaklı bir tedavi karşısında sevinip bayram ediyoruz...
Evlerimizde... hemen her gün kullandığımız gibi, ayrıca bir fiskesiyle yemeklerimizin tadına tat, lezzetine lezzet katan, hatta deyim yerindeyse mutfaklarımızın olmazsa olmaz “sultan”ı olan “tuz”un, cam kavanozlar içinde bile havadan nem kapan bu nazenin sultanın, Tanrı vergisi “ruh”uyla birlikte oluşturdukları “tuz ruhu”nun; gerek sanayi alanlarında, gerekse evlerimizde lavabo, fayans türünden bir sürü takım taklavatı temizlemek için kullanırken, aynı zamanda da bizlere sağladıkları bu kolaylıktan ötürü şükrediyoruz...
Nitekim... kimisi “nane ruhu” misali diş ağrısına, kimisi “sirke ruhu” gibi saçkırana iyi gelen bu “ruh”ların yanı sıra, aynı yolun yolcusu olan “tuz ruhu”nun da yaşantımızdaki faydaları aççık seççik ortadayken, diğer yandan da nereden peydanlandığına dair herhangi bir bilimsel araştırma, kayıt kuyut yokken, buna mukabil özellikle şu son yıllarda memleketimizin afakını saran “milli ruh” lakaplı ama henüz ne idüğü belli olmadığı gibi, dahası da hangi kıytırık hastalığa dahi “derman” olduğu kesinlikle bilinmeyen, hatta bir gıdım daha da ileri gidip söylemek gerekirse, tıpkı ortalık yerde avara kasnak gibi boşu boşuna dolanıp duran bu “milli ruh”un kimselere zerre kadar faydası olmadığına göre, acaba tez elden derdest edilip, tedavülden kaldırılıp, zaman geçirmeden bir an önce sonsuza dek çöp kovasını boylaması, belki de insanlık aleminin bilumum hastalıklarının kökten çözülmesini mi sağlar, kim bilir Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30