‘Prangalı Meseleler' meselesi (4)
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Ülkemizin kimi “meseleler”ini yıllardan beri kendimce dert edinirken, aynı zamanda da bu sorunlarımızın çözümünden yana memleketimizin serdümeninde oturan kaptanlarımıza sebilullah yol, yordam göstermeyi suya tirit “vatandaş” kimliğimle görev belledim ama bu baptaki tüm gayretlerime rağmen, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamadığım gibi, tam aksine tıpkı “avara kasnak” misali boşu boşuna dönenip durdum maalesef...
Benim çeyrek porsiyonluk aklımla da olsa, sorunlarımızın neden ve niçinlerini kurcalamakla geçirdiğim günlerin, ayların, senelerin ardından zaman zaman geriye dönüp baktığımda, şaşı gözlerimle seçebildiğim kadarıyla daha düne kadar aklımız sıra burun kıvırıp, “bugün-yarın” Allah’ın izniyle şıpın işi, tez elden çözeriz diye tepeden bakarak küçümsediğimiz, çalı süpürgesiyle halı altına süpürüp çoğunlukla görmezlikten geldiğimiz meselelerimizin yerinde saydığını, hatta giderek dağ gibi büyüyüp, böylece ayaklarımızda bir nevi prangaya dönüştüğünü gördükçe, tıpkı eskiden olduğu gibi, keza bugün bu saat ister istemez yine efkarlanıyorum.
Efkarlanıyorum... çünkü bitip tükenmeyen, zamanla katlanıp katmerlenen, üstelik her defasında da; şu veya bu vesilelerle gerek memleket sathında, gerekse yaban ellerde attığımız adımlarımızın bizleri çıkmaz sokaklara doğru sürüklediğine dair katarlar boyu, tIr’lar dolusu sürü sepet meselelerimiz ortalık yerde “pişkin kelle” misali sırıtırken, öte taraftan “Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur” nakaratıyla her defasında aynı inatla aynı “Nato kafa nato mermer” zihniyetine neden mıh gibi çakılıp kaldığımızı doğrusu hiç mi hiç anlayamıyorum!
Tamam! Şu sıralar kimi kitaplarda sadece adı kalan, kimi mahalleleri son günlerde neredeyse tümüyle yer ile yeksan olan Diyarbakır Gavur Mahallesi’nde, namı diğeriyle Xançepek’te, Tanrı’nın lütfuyla fi tarihinde doğduğum o ilk andan itibaren “akıl küpü” diye cılız omuzlarımla yüklenip getirdiğim “çatlak” kafamın biçare hali, şu cavalacoz dünyamızda dönen bilumum “fırıldaklar”ı anlamakta zaten oldum olası zorlanırken, öte yandan şu bizim pırıl pırıl zekalarıyla öncelikle başımızda, ehh bittabii ki aynı zamanda da gönlümüzde “taht” kuran devletlularımızın, Tanrı vergisi “üstün” yetenekleriyle yetinmeyip, ayrıca karpuz misali patpatlayıp, kavun misali kokladıktan sonra heybelerine durdukları “danışman”larının, halkımızın dahili ve harici sorunlarını çözme babındaki hikmetleri, “alameti farika”ları neyin nesi, şatafatlı diplomaları acaba ne işe yarıyor diye kendi kendime sorup dururken, aynı zamanda hem dertleniyorum, hem de, kadir mevlam “kader” imizin “oyun”unu neden böyle karaladın diye tövbe tövbe isyan edip, ardından da sinirimdem tırnaklarımı kemirip duruyorum Allah vekil!
Öyle ya da böyle... kendi yamuk ekseninde,”dertli dolap” misali “inileyip” duran şu “gariban” dünyamızın kendi kıytırık dertlerini, onun paslı çarkının inilemelerini bir tarafa dehleyip,diğer yandan da hele hele tam da bu günlerde ülkemizin başında kara bulutların neden gezinip durduğunu, hesapça “ nurlu ufuklar”a doğru koşuştururken, tam aksine neden tökezlediğimizi haftaya konuşalım Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30