22 Ekim 2017

Ülke gündemi Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in saraydan gelen istifa talebine “direnişine” kilitlenmişken diğer taraftan yine her sabah yeni gözaltılarla uyanmaya başladık. Başlangıç işareti ülke içinde seyahat ediyorken sanki kaçıyormuş gibi uçaktan apar topar gözaltına alınan Osman Kavala ile verildi. Aynı anda gazetecilere yönelik ev baskınları başladı. ETHA muhabirleri gözaltına alındı hatta baskın sırasında “nedense” basın kartları yakıldı. Cuma sabahı Ankara’da Mezapotamya Ajansı ve Jinnews’ten beş gazeteci sabaha karşı gözaltına alındı.

Biz o sıralarda önümüzdeki haftanın davaları için umut ve güç toplamaya çalışıyorduk. 24 Ekim Salı günü 304 gündür özgürlüklerinden mahrum kalan Tunca Öğreten, Mahir Kanaat, Ömer Çelik ve tutuksuz yargılanan Derya Okatan, Metin Yoksu ve Eray Sargın ilk kez hakim karşısına çıkacak. Yargılanma gerekçelerine temel oluşturan bildiğiniz üzere Berat Albayrak’ın sızdırılan mailleri. Gerekçe özetinde “gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanını gerekse onun şahsında seçilmiş meşru hükümeti yıpratmak amaçlı yayınların yapıldığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının stratejik faaliyet ve işlemlerine ilişkin bilgilerin manüpüle edildiği ve bu suretle de milli enerji politikasının başarısızlığa uğraması için olumsuz algı oluşturulduğu” gibi bir ifade var. İddianame açıkca diyor ki “gazeteciler öğrendikleri bilgiler üzerinden kamu yararına haber yapmışlar ve hükümet bundan çok rahatsız”. Hükümet hakkında olumsuz yargı oluşturmak, hükümeti yıpratmak diye bir suç yok, ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede. Bunu bildikleri ve ellerinde herhangi bir delil olmadığı için de yargılanan her gazeteciye eldeki torbadan pardon kokteylden bir örgüt seçmişler. Tunca Öğreten için gönülleri DHKPC’den yana ama delil yok, ya tutmazsa diye bir dönem Taraf’ta çalıştığı için “FETÖ/PDY”yi iliştirmişler. Mahir Kanaat’in bilgisayarında internetten indirdiği 17-25 Aralık fezlekesi deliller arasında. Savcı bugün istese aynı delil bir tık uzaklıkta oysa. Ömer Çelik o dönem DİHA Haber Müdürü olduğu için ona örgüt bulmak kolay fakat gözaltına alan polisler ‘Neden bu haberleri yaptın ulan’ demeseymiş iyiymiş, asıl gerekçeyi ele vermişler. 

Tutuksuz yargılanan gazetecilere de benzer şekilde Albayrak’ın RedHack tarafından ele geçirilen mailleriyle alakasız, yaptıkları haberler nedeniyle türlü örgütler uydurulmuş. Haa bu arada Basın Kanunu Md. 26 der ki “Basılmış eserler yoluyla işlenen veya bu kanunda öngörülen diğer suçlarla ilgili ceza davalarının günlük süreli yayınlar yönünden iki ay, diğer basılmış eserler yönünden dört ay içinde açılması zorunludur” hatırlayan savcı var mı acaba? 

Berat Albayrak davaya müdahil olmuş, umarım bu vesileyle “duruma göre devlet sırrı niteliğindeki bilgileri” neden ulusal güvenlik ajansları tarafından izlendiği ve güvenlik açığı olduğu herkesçe bilinen Gmail, Yahoo, Hotmail gibi hesaplardan paylaştığı açıklığa kavuşmuş olur. Kişisel merakımı celbeden ise dünyanın başka bir yerinde sızdırılan bilgilerle ilgili kamu yararına haber yaptığı için tutuklanan hatta yargılanan başka bir gazeteci ismi sayıp sayamayacağı…

Yargı vesayet altında, peki ya mantık?

Aynı gün, yani 24 Ekim’de aralarında Murat Aksoy ve Atilla Taş’ın da bulunduğu 10 gazetecinin tutuklu olduğu yazıyla, tweet’le “darbeye teşebbüs” davası var. Kalemleri/klavyeleri o kadar korkutucu ki bu insanlar 400 gündür ailelerinden uzaktalar. Geçen yıl Eylül ayında tahliyelerine karar verilmiş aynı gece “suç vasfı değişebilir” diye yeniden tutuklanmışlardı. Bir insana ve sevdiklerine yapılabilecek en büyük kötülüğe maruz kaldılar. Aksoy ceaevinden mektup yollamış “saymayı unuttum kaç gündür tutukluyum ama 400’ü bulduğumu Cumhuriyet’ten Murat Sabuncu, Akın Atalay’ın gününe 62 eklediğimde buluyorum” diyor. 

Bu haftanın Çağlayan mesaisi bu kadar mı, değil elbette, 25 Ekim Çarşamba günü bir başka önemli dava var. Büyükada’da dijital güvenlik eğitiminde oldukları sırada gözaltına alınıp casusluktan tutun da, ülkede kaos yaratmaya kadar haklarında türlü iddialar ortaya atılan en sonunda iddianamelerine delil niyetine vapurda manzaranın keyfini çıkarmak için telefonları, laptopları kapatma direktifi, cinsiyet eşitliği ve siyasi katılım projesi için fon başvuru dosyası konulan dava. İddianame hükümete yakın kalemlerin dahi tahammül sınırlarını zorladı. Af Örgütü’nün Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için acil eylem çağrısı yapması, Özlem Dalkıran’ın açlık grevindeki eğitimciler hakkında nasıl eylemler yapılması gerektiğine dair notlar alması, Veli Acu’ya ise Semih Özakça ve Nuriye Gülmen ile ilgili bir mail gelmesi de deliller arasındaydı. Semih Özakça Cuma günü nihayetcezaevinden çıktı, hakkındaki dellilerin hepsi çöktü. Umarım aynı karar çok geç olmadan Nuriye Gülmen için de verilir. Mantık, Özakça kararının ardından Büyükada davasının bu dellilerinin de çökmesi gerektiriyor. Umarım mahkeme Çarşamba günü bu mantıksızlığa ve hukuksuzluğa artık son verir.

İddianameler okunduğunda aslında her bir hukuksuzluğun diğerinin delili olarak sunulduğunu görmek mümkün. Sanki bir yerinden sökülmeye başlasa hepsi çözülecek. İçinde hem isyan hem umut barındırıyor. Birbirimize en çok sarf ettiğimiz sözlerden biri “bir gün illaki bitecek, bu günler geçecek”. Hayatta Melih Gökçek’in belediye başkanlığından ayrılmasından daha keyifli, daha umutlu şeylerin olduğunu unutmuş değiliz.

Evrensel'i Takip Et