26 Kasım 2017

‘Öldürüyorum çünkü öldürebiliyorum’*

Umarım bu yazıyı okuyan özellikle kadınlar, dünün yani 25 Kasım etkinliklerinin, gece yürüyüşlerinin nedeni acı ama tanık oldukları dayanışma ruhunun cesaret verici yorgunluğunu yaşıyorlardır. Bu hafta bol bol duyduğunuz üzere 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü. İlanına vesile olan 1960’da Dominik Cumhuriyeti Diktatörü Rafael Trujillo’ya insan hakları temelinde kafa tutan, politik mücadelelerinin bedelini defalarca hapse girerek, en sonunda da kocalarının kaldığı hapishane ziyareti sonrası tecavüz edilip vahşice öldürülerek ödeyen Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabal kardeşler. Yani “Üstüne titrememiz gereken kadınlarımızın başına gelen münferit, elim bir olay” değil mevzubahis olan. Kelebekler olarak adlandırılan bu üç kardeş, özgür iradeleriyle insan hakları için, devlet ve erkek şiddetine karşı mücadele ettiler. Katledilme biçimleri kadınlara yönelik öfkenin, şiddetin tüm unsurlarını içerdiği için sembolleştiler. Kavramların, anma günlerinin içinin boşaltılmasına karşı mücadele de erkek şiddetiyle mücadelenin bir parçası.

Her gün en az 2-3 erkek cinayeti haberi okuyoruz, haber alma kaynağımız her ne olursa olsun. Cinayetleri il il hatta ilçe ilçe haritalandıran Kadıncinayetleri.org’un verilerine göre 2010’dan beri öldürülen kadın sayısı 1915. Veriler yalnızca basına yansıyanlar çünkü devlet İstanbul Sözleşmesi’ne imza atmasına rağmen öldürülen kadınların kaydını tutmuyor, sadece Bianet’in ısrarla ve istikrarlı olarak tuttuğu Erkek Şiddeti Çetelesi’nden ve tarihe kalacak en anlamlı online anıtlardan biri olan Anıtsayac.com’dan derlenebiliyor. Medyaya yansıyan cinayetlerde failler genellikle yüzleri buzlu, isimlerinin yalnızca baş harfleriyle verildiği şekilde kadınların en yakınları, kocaları, sevgilileri, kardeşleri, babaları, kayınpederleri... Öldürülme bahanelerinin başında boşanma/ayrılma isteği geliyor. “Beni aldatıyordu, barışalım dedim reddetti hatta yemeği salçalı yaptı, tuzu uzatmadı...” diye devam ediyor. Mahkeme sürecinde “Erkekliğime laf etti” en geçerli haksız tahrik indirimi sebebi. Facebook, Instagram hesaplarından “Çalınan” ve asla buzlu olmayan o fotoğraflardan “Adamı zıvanadan çıkartan kadın” imajı yaratmak medyada vaka-ı adiyeden. Hele bir de takım elbise giymişse katil, iyi hal indirimi cepte. İktidarıyla, yargısıyla, medyasıyla verilen mesaj yerinde çok net okunuyor “Öldürüyorum, çünkü öldürebiliyorum”.

Bu 25 Kasım tüm ülkede türlü etkinliklerle idrak edilecek belli ki, hazırlıklar tamam. Kadınların cinayetin geldiğini avazları çıktığı kadar bağırmalarına duyarsız yani hiçbir önlem almayan, kadın sığınmaevlerine taahhüt ettiği desteği vermek şöyle dursun adreslerinin açığa çıkmasına neden olan, meyve suyuna ÖTV koyup cinayetlerin yüzde 80’den fazlasına neden olan ateşli silahlara ilişkin ruhsata indirim uygulayan, evlenmeyi müftü nikahıyla kolaylaştırıp, boşanmayı zorlaştıran düzenlemeler hazırlığında olan iktidar 25 Kasım’ı sahipleniyor. Adeta erkeklere diyor ki “Tamam biz size her türlü kolaylığı sunuyoruz ama siz de mümkünse öldürmeyin, rica ediyoruz”.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir video hazırlamış 25 Kasım için, sloganı “Kadına şiddet insanlığa ihanettir”. Erkek şiddetiyle mücadelede atılan her adım, yapılan her eylem değerli. Lakin madem insanlığa ihanet, ki ihanetin söylemsel göndermelerine, ihanetin ya da şüphesinin erkek şiddetinin birincil bahanesi olmasına ve seçilen sözcüğün tesadüf olup olmadığına hiç girmiyorum, o durumda siyasetçilerin insanlığa karşı ihaneti engelleyici önlemler alıp almadığını sorarız biz de. Kaydını dahi tutmadığınız, önlemeye dair hiçbir politika geliştirmediğiniz bir olguyu siyaseten kullanışlı bularak büyük laflarla pazarlamaya kalkarsanız altında kalmayı da göze almanız gerekiyor.

Dahası erkek şiddetinin bu kadarla sınırlı olmadığını biliyoruz. Hrant Dink Vakfının Medyada Nefret Söylemi raporlarının sonuncusunda da tekrar ettiği üzere LGBTİ bireylere karşı sistematik ve artan şekilde bir hedef gösterme söz konusu. Onur Yürüyüşleri OHAL gerekçesiyle yasaklanmıştı. Protestolar iktidar medyasında “Sapkınlar Kudurdu” başlıklarıyla duyurulmuştu. Geçtiğimiz hafta Ankara Valiliği Alman LGBTİ Film Günleri’ni torba yasa gibi içinde “kamu güvenliği, terör örgütlerinin eylem arayışı, milli hassasiyetler”olan gerekçelerle yasakladı. IPS İletişim Vakfının KAOS GL desteğiyle “Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik” projesinin Mardin atölyesi yapılamadı. Son olarak Beyoğlu Belediyesi 25 Kasım LGBTİ+ temalı toplantıları ve yürüyüşleri yasakladığını duyurdu. Neden? Çünkü Erdoğan, 9 Kasım’da, 41. muhtarlar toplantısında “CHP İlçe Belediyesi Mahalle Komitelerinde yapılacak seçimde 5’te bir oranında eşcinsel kotası koyuyor. Allah şaşırtmasın” demişti. Umarım olmaz ama bundan sonra LGBTİ+ bireylere yönelik şiddet vakalarının artacağını öngörmek için nefret söylemi ve nefret suçları konusunda çalışan bir akademisyen olmaya gerek yok. Şiddetin kapısı maalesef ardına kadar açıldı. 

Kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için kadın güzellemesine gerek yok, zaten kadınların buna ihtiyacı da yok. “Bizim değerlerimizde kadına şiddet yoktur” (Bal gibi var), “kadın topraktır” (En bariz toprağa ihanet ediliyor bu ülkede) geçin bunları, karnımız tok. Şiddetin kaynağı erkek, dönün ona söyleyin sözünüzü, kadın da olsa, eşcinsel de olsa, trans da olsa “Öldürmeyeceksin” “Şiddetin hoş görülmeyecek” deyin samimiyseniz. Hani inancınız gereği yaratılanı seviyordunuz ya yaratandan ötürü. Kadınlar çiçek değil, toprak değil, insandır; eşcinseller, interseksler ve trans bireyler de... Mirabel Kardeşler bu mücadele uğruna öldü, siz 25 Kasımlarda, 8 Martlarda karanfil gül dağıtın diye değil. O çiçekler bize sadece mezarlıkları hatırlatıyor. Toplumun bir parçasıysak en az bizden rahatsız olanlar kadar hassasız, oy da veriyoruz, vergi de...

*Başlıkta, Kemal Can’ın 28 Eylül’de Duvar’da yayımlanan “Yapıyorum; çünkü yapabiliyorum” yazısından esinlendim.

Evrensel'i Takip Et