15 Aralık 2017

Her İsrail eleştirisi antisemitizm mi?

ABD Başkanı Donald Trump’un Kudüs’ü tek taraflı olarak İsrail’in başkenti ilan etmesinden bu yana dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Almanya’da da değişik protesto gösterileri düzenlendi. Berlin’de yapılan değişik gösterilerde İsrail bayraklarını sembolize eden, elle çizilmiş bez parçalarının yakılması üzerine, ülkede bir kez daha antisemitizm tartışılmaya başlandı.

Yakılan bayrak görüntülerinin basına yansımasından sonra başta Yahudi Cemaati, Başbakan Angela Merkel ve İçişleri Bakanı Thomas de Maziere olmak üzere pek çok siyasetçi, bu türden gösterilerin yasaklanmasını, bayrak yakanların cezalandırılmasını istedi. Sonuçta, İsrail’i protesto etmekle antisemitizm aynı kategoriye konuldu. Bunda elbette Almanya’nın geçmişinde Yahudilere yönelik katliamların yarattığı hassasiyetin de etkisi var.

Alman Ceza Yasası’na göre, açık alanda yabancı bir ülkenin bayrağına zarar verenler, para ya da iki yıla kadar hapisle cezalandırılabilir. Ancak bunu şartlara bağlıyor. Zarar verilen bayrak örneğin daha önce bir elçilik binasında asılmışsa bu madde devreye giriyor. Bir yerden satın alınan ya da gösterilerde olduğu gibi elle çizilen bayrağın yakılmasının cezai müeyyidesi yok. Buna rağmen eyleme katılan 10 gösterici hakkında soruşturma başlatıldı. Soruşturma her ne kadar “bayrak yakmaktan” açılmasa da arka planında bunun olduğu sır değil.

Kime ait olduğunda bağımsız olarak bir ulusu, halkı ve ülkeyi temsil eden bayrağın yakılması elbette hoş bir durum değil. Ancak bu bir ulusa/inanca düşmanlığı ve nefreti değil, ülkenin yönetimine protestoyu içerdiği zaman da abartılmamalı, farklı yönlere çekilmemeli.

Bu durumda artık önemli olan, bir ülkenin bayrağının neden yakıldığını sorgulamak, ondan sonuçlar çıkarmaktır. Ülkelerin ve hakların tepkisine yol açan uygulamalar üzerinde düşünüp, doğru sonuçlar çıkarmak daha da önem taşıyor.

Dünyada hangi ülkenin bayrağının yakıldığına dair bir istatistik yok. Ama en çok yakılanın ABD bayrağı olduğu kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin politikalarına tepki gösterenler, kendilerini ifade etme, mesajlarını geniş kesimlere duyurmak için bu yola başvuruyorlar. Bu dünya halklarının ABD’de yaşayanlar emekçilere düşmanlık beslediği anlamına gelmiyor. Asıl olarak devletin, hükümetin yaptıklarına tepkiyi ifade ediyor.

Bugün İsrail bayraklarını yakanlar arasında antisemitik, yani Musevi halkından nefret eden, düşmanlık besleyen kesimler elbette vardır. Bu kabul edilecek, geçiştirilecek bir durum değil. Ne var ki, İsrail devletini eleştiren, yaptıklarını onaylamayan herkes antisemitik değildir ve öyle de anlaşılmamalı.

Ama, özellikle Almanya’ya yapılan tartışmalara baktığımızda, İsrail eleştirisiyle antisemitizmi aynı kategoriye koyanların hiç de az olmadığı görülüyor. Süddeutsche Zeitung’a uzun bir söyleşi veren Berlin Antisemitizm Araştırma ve Bilgilendirme Dairesi (RIAS) yöneticisi Benjamin Steinitz, “Antisemitizm Avrupa, özellikle de Alman kültür tarihinin bir parçasıdır” dedikten sonra devam ediyor: “Kesinlikle Müslümanca bir antisemitizm var. Bayrakların yakılması, yüksek sesle İsrail’in protesto edilmesi, gösterilere katılanların antisemitik sloganlar haykırması Avrupa genelinde yaşayan Yahudileri endişelendiriyor” (13.12.2017).

Görüldüğü Steinitz hepsini aynı kategoriye dahil ediyor. Hitler faşizmi döneminde Holocaust’u yaşayan, yerinden yurdundan edilen Yahudilerin yapabilecekleri en önemli şey, bayrağının yakılmadığı, komşu halkların nefretini değil dostluğunu kazanan bir İsrail kurmaktır.

Antisemitizm de ancak, İsrail devletinin Filistin halkına yaptıklarını mahkum ederek, iki devletli çözüm sürecini desteklemekle, Doğu Kudüs’ün Filistin, Batı Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunu kabul ederek ve en önemlisi de Yahudi ve Müslüman inancından halkların barış içerisinde bir arada yaşamasını gerçekleştirmekle engellenebilir. İsrail’in her yaptığını gözü kapalı desteklemek, her protestoyu antisemitizm olarak damgalamak sorunu çözmediği gibi, daha fazla kangrenleştiriyor.

ABD ise Kudüs’ün başkent ilan edilmesinde de görüldüğü gibi bölgede barışın değil, savaşın ve provokasyonun tarafında duruyor. İsrail’in komşularıyla barışı geliştirmesine izin vermediği gibi içeride hep gericilere destek veriyor. Dolayısıyla, ABD’den gerçek anlamda “çözüm” beklemek hayalciliktir.

Sonuç olarak çare, İsrail’de Filistin halkıyla yan yana barış içerisinde yaşamayı savunanların güçlenmesine destek vermek tek çözüm olarak görünüyor. Tanınmış İsrailli barış aktivisti, gazeteci Uri Avnery, arkadaşımız Semra Çelik’in çevirdiği yazısında yıllar önce hazırladıkları “Bizim Kudüs’ümüz” başlıklı bildiride bu özlemini şu şekilde özetliyordu: “Bizim Kudüs’ümüz, bu şehri zenginleştiren tüm kültür, din ve evrelerden oluşan bir mozaiktir. Kudüs’ümüz bölünmemeli, sınırları ve ortasında dikenli teller olmadan orada yaşayan herkese ait ve açık olmalıdır. Ve sonuç olarak Bizim Kudüs’ümüz, yan yana, omuz omuza bir arada yaşayacak olan iki devletin de başkenti olmalıdır. Batı Kudüs İsrail devletinin, Doğu Kudüs de Filistin devletinin...” (evrensel.net, 10.12.2017)

Avnery’nin bu özlem gelişmedikçe savaş ve düşmanlığın en az bir 70 yıl daha devam edeceği ortada.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et