Masal meselesi
Fotoğraf: Envato
Kirvem,
Senin de bildiğn üzere, “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken” diye başlayıp , akabinde de aynı minvalde uzayıp giden masalların çağı hayli gerilerde kaldı...
Bir zamanlar, yani yine masalımıza dönersek; develerin tellal, eleklerin ya da kalburların saman içinde gezinip durdukları o eski çağlarda, kimileri Allah’ın lütfuyla anadan doğma “kral”, kimileri de sonradan olma “padişah”ların yanı sıra, keza “iktidar” koltuğunda oturan kimi devletluların kendi paşa gönüllerin-ce verdikleri buyruklarla, fermanlarla, ardı ardına yağdırdıkları emirler sonucunda insan ilişkilerinin hangi kulvarlarda nasıl ve ne biçimde yürüdüğünü, hangi merhalelerden geçtiğini, tarihi olayları kurcalayıp kaleme alan “vakanüvis”lerden öğreniyoruz...
Vakanüvislerden bizlere miras kalan bu notlara baktığımızda görünen o ki; “insan” lakaplı varlıkların neredeyse tümü, dünyanın her tarafında, her bucağında şu ya da bu nedenlerle, sudan bahanelerle kendi aralarında ha babam de babam hırlaşıp, hatta birbirlerinin ümüğünü sıkmak için bazen Allah adına, bazen peygamber aşkı uğruna, zaman zaman da güya “kul hakkı” için yarışırken, diğer taraftan da tıpkı kupkuru bir taş veya bir avuç kara toprak misali sesleri, solukları zaten oldum olası çıkmayan bu cansız varlıkların bile altını üstüne getirip, durdukları yerde maraza çıkarmayı hüner bellemişler...
Kirvem, masalların devri çoktan geçti ama bu masallarla birlikte eskiden beri günümüze sarkan kimi deyimler ve satır aralarında ustalıkla verlen “mesaj”ların içerikleri sanki daha çok anlam mı kazandılar ne!
Nitekim bu bapta lafı daha fazla uzatmadan bir an için bir başka masal kahramanına, mesela sözü Keloğlan’a bırakalım, bakalım ne söyler, ne der:
“Evvel zamanda yoksullar handa, beyler, konağında yaşarmış... Buna öfkelendim, bir hayli! Aldım başımı, çıktım dışarı görmeyin gidişimi. Bakmadım sağa sola, düştüm bir yola. dere tepe düz gittim; çayır çimen geçerek, arpa buğday biçerek, soğuk sular içerek, altı ay bir güz gittim. Yürüdüm yürüdüm vardım bir bağa, daldım bir konağa, vay sen misin dalan, kimi kolumdan tuttu kimi bacağımdan, attılar beni bir dağa, zoruma gitti başladım ağlamaya! Karşıma çıktı bir derviş, ‘Derviş Amca dedim bu ne iş?’ Kuru idim ıslandım sel beni neyler, bulut olup ıslandım yel beni neyler? Vay gidi dünya, kimi güler, kimi söyler, kulak verin bu masala Keloğlan ne iş tutar, neyler?..”
Kirvem, Keloğlan’ın bu masalından illa da “kıssadan hisse” çıkarmak gerekirse; benim son zamanlarda “nümero”su giderek hayli artan miyop gözlerimle görebildiğim, sağır kulaklarımla duyabildiğim kadarıyla memleketin hali, ahvali Keloğlan’ın masalından pek de farksız değil!
Neden?..
Çünkü onun masalında sorduğu, “Derviş Amca dedim bu ne iş?” sorusuna bugün bu saat ülkemizin tahtında, en yüce makamlarında oturan, üstelik akılları her şeye eren kimi “Derviş”lerimizin, tam da şu günlerde memleket meseleleriyle ya da halkımızın gündelik yaşamıyla ilgili sorunlarına verdikleri cevapların neredeyse cemi cümlesinin içleri, içerikleri tıpkı kof bir cevizi andırırken, aynı zamanda da zerre kadar kıymeti harbiyesi mafiş Kirvem!
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30