Büyüyen zorbalığı aşmak için birleşme zorunluluğu
Bahçeli MHP’sinin Erdoğan liderliğindeki sermaye iktidarında kendi ideolojik-politik görüşlerinin militarist-ırkçı ve faşist karakterini görerek iktidarını kendi iktidarı sayması, Türkeş’in 12 Eylül faşizminde “fikri iktidarı”nı görmesinden çok daha somut, çok daha “elle tutulur-gözle görülür” bir şey ya da durumdur. Burjuva-militarist, faşist ve şoven ‘Türk sağı’nın ülkeyi ve halkını zaptırapt altında tuttuğu onyıllar boyunca, Amerikan emperyalizmi ve onun komutasındaki NATO adlı emperyalist askeri saldırı gücünün taşeronluğu, onun kimlik etiketinde en belirgin özelliklerden biri olarak yer aldı. Bu sağ-gerici iktidarların sözcüleri buna karşın hemen her zaman kendilerini “Türk milliyetçisi” olarak pazarladılar. Ülkenin birçok yerinde emperyalist askeri üslerin kurulmasına olanak sağlayan onlardı. İkili ve çok yanlı anlaşmalarla Türkiye’yi NATO ve Amerikan stratejik çıkarlarının taşeronu haline getirenler de onlardı. Hâlâ öyleler, hâlâ iktidardalar ve hâlâ “millilik ve yerlilik” iddiasıyla dağıttıkları zehirli havuçlarla aldatıcılığı sürdürebiliyorlar.
“Milliyetçi ve dindar olduklarını”; “İslamın ve Türklüğün değerlerini savunduklarını” söylüyor ve on milyonlarca insanı böyle olduklarına inandırabiliyorlar. Oysa teneke teneke altınlar, geniş araziler, ‘dünya harikası koylar‘, vakıflar aracıyla araklanmış milyar dolarlar, gemiler, arsa ve binalar, ülke dışındaki yabancı banka şübelerinde çoklu hesaplardır asıl dertleri. Ülke kaynaklarının yağmalanması pahasına aile bireylerini, akrabalarını, yakın çevrelerini ihya ediyor; gelecek kuşaklarının tirilyonlarca dolar, euro ve sterlin değerindeki mal-mülk sahipliğini garantilemek üzere baş vurmadık ticari-mali entrika, siyasi santaj ve ideolojik manevra bırakmıyorlar. Din ve milliyetçilik onların ellerinde hem bir şantaj aracı hem de saltanatlarını koruma ve sürdürmede kullandıkları istismar malzemesidir. Bu malzeme hâlâ kullanışlıdır, ama artık delikli bir büyük kalbura dönüştüğü ve bu kalburun sarkan iplikçiklerinin sarsıntılarla sağından solundan dükülmekte olduğu da doğrudur.
Büyük sermayenin en saldırgan kesimlerinin temsilcileri olmalarına ve toplumu tümüyle biat etmiş düzeye çekmek için her türden barbarca aracı kullanmalarına karşın büyük korku içinde olmaları, toplumsal gerçekliğimizin bir diğer yanıdır. Çok korkuyarlar ve çok gaddarca saldırıyorlar. Yasa olarak bildikleri ve tanıdıkları tek şey, en vahşi biçimiyle siyasal-askeri baskı ve saldırıdır. Ülkenin içinde yer aldığı bölgede yaşanan gelişmelerin yol açtığı sonuçları görmeyecek denli kör olmadıkları kesindir. Burjuva ve küfürbaz siyasetciler, bölgede ve ülkede yaşanan ve bütün bu ülkelerin halkları için gündengüne büyüyen bir felaketi haber veren gelişmelerdeki kendi rolleri ve paylarını da biliyor ve aynı nedenle de çok fazla korkuyorlar. Ne Mısır uzaktadır ne de Tunus. İran’daki gelişmeler, kim tarafından nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, toplumsal kazanın kaynamaya devam ettiğini gösteriyor. Libya’da aşiretler birbirlerini yiyorlar. Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesinde ve İdlib’de olduğu üzere İslamist çetelerin sürdürdükleri politikalardaki sorumluluğuyla Türkiye, işçisiyle, emekçisiyle, genci ve kadınıyla‚‘gelecek kaygısı’na düşmüş; yoksulluk, işsizlik, pahalılık, siyasal-askeri kuşatma ve saldırılarla uçuruma yol alıyor. Sağlık, eğitim, barınma, beslenme sorunları daha geniş kesimleri umutsuzluğa iterken, Saray yönetimini “Hilafet merkezi” ilan etmede birbirleriyle yarışanlar kız çocuklarını “dokuz yaşında evlendirme” fetvaları çıkarıyor. Bilim düşmanı ideolojik safsatayla küçük yaştaki çocuklar ve genç kuşaklar zehirleniyor ve enerjiyi, enerjinin dönüşümünü, buharlı makineyi, ampülü,bilgisayarı “milli ve yerli” gericiler bulmuşlar gibi yapılarak hurafeler yaldızlanmak isteniyor.
Bütün bunlardan-ve eklenecek daha birçok olgu, etken ve nedenden dolayı toplumsal barometre patlamalara doğru yükselişe geçmiştir. Burjuva tekelci iktidar, patlamaları körüklemekle kalmıyor, toplumsal yaşamı kötürümleştiren politikaları yoğunlaştırıyor ve militarist zorbalığı daha fazla sokağa dökerek toplumun muhalif-ilerici ve boyun eğmeyen kesimlerini “tek tip” suskun bireylere dönüştürmeye çalışıyor. Hak talebinde bulunan, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesini isteyen, askeri-militarist ve polisiye baskıların son bulmasını, KHK ve Olağanüstü Hal zorbalığına son verilmesinden yana olan herkes, artan şekilde saldırı hedefindedir. Bu gelişmeleri ve doğrultusunu görüp de buna karşı mücadeleci bir güçbirliği oluşturmada atıl duranlar ya da ağır davrananlar, siyasal tarihimizin ağır suçlarından birine fail olacaklardır. D. Bahçeli’nin, sermaye cephesinden söylediği üzere, “saflar artık daha belirgindir” ve sorumluluk daha da ağırlaşmıştır.
Evrensel'i Takip Et