Suçun suretinde suça dönüştürülen düşünce
Ülkemin siyasi iktidarları hapis cezasını pek bir benimsemişlerdir. Geçmişteki, bugünkü ceza kanunlarına bir göz atın, hapis cezaları ile müeyyidelendirilmiş bir yığın suç düzenlemesi bulursunuz. Suçlu olarak mahkum ettiklerimizi uzun yıllar cezaevlerinde tutmayı da kah suçluyu topluma kazandırma süreci olarak açıklarız, kah başkalarını aynı ya da benzeri suçlardan caydırıcı etkisi olacağı inancıyla olumlarız. Her iki gerekçe de kanıtlanmış olmaktan çok ileri sürülegelmiştir. Bu gerekçeler gerçeğin tümünü yansıtmaz ancak doğruymuş gibi kabullenilir, gerçekmiş gibi yaşanır. Hapis cezası, aslında, özgürlüğe olan yabancılaşmanın intikamcı güdülerle toplumsallaştırılmış halini ifade eder. Hapis cezasına böyle bir öz atfettiklerini siyasi iktidarlara asla kabul ettiremezsiniz. Oysa, toplumsal yaşamda hapis cezalarına, hatta vücut bütünlüğüne saldırı niteliğindeki ceza türlerine dokunulmazlık bahşedilir; topluma kazandırma ve caydırıcılık lafazanlığıyla özgürlük kolayca iğfal edilebilir bir söylem düzeyine indirgenir.
Ülkemin siyasi iktidarlarının sevdikleri bir başka olgu, uzun yıllar hapis cezası öngörülen suçların önemli bir bölümünün şu ya da bu şekilde açıklanan düşüncelerle gerçekleşeceğini, gerçekleştiğini varsaymaktır. Suçun yalın halinden çok suçun suretinin ardında var olduğuna inanılan düşünce üzerinde titizlikle durulur.Düşünceyi, suçu gerçekleştiren davranışın tahayyülü olarak görmekle bile yetinilmez; daha ileri gidilir ve düşünce molekülleri ve atomlarıyla maddileştirilerek, tasavvur edilen suçun tam da kendisiymiş gibi algılattırılır. Ceza alanında hukuk neredeyse, abartılı söyleyeceğimi biliyorum ama, suçun kendisinden çok ya da suçun kendisi kadar, o suçun özgürlük dendi mi yankısı sayılan düşüncenin peşinde iz süren polis hafiyeliği gibi kurgulanır. Düşüncenin açıklanmasıyla gerçekleştiği varsayılan suçlara öylesine önem verilmiştir ki, açıklanan, hatta açıklanmayan ama var olduğuna inanılan düşünce işlendiği ileri sürülen suçun suretinde o suç olarak kabul edilmiştir; örneğin düşünce cinayetin suretinde cinayet, terörün suretinde terör, vatana ihanetin suretinde vatana ihanet, anayasal düzeni yıkmanın suretinde anayasal düzeni yıkma … suçu olarak nitelendirilebilecek bir kurguyla suçlar aleminin baş rol oyuncusu
yapılmıştır.
Üstelik, baş rol oyuncusu düşüncenin, bir gerçek suçun suretinde o suçun kendisiymiş gibi izi sürülürken, yargı alanında benimsenen ‘delil sistemi’ adalet, vicdan bekleyenleri hayal kırıklığına uğratır; “(…)madem ki (...) öyledir, öyle ise (…)mutlaka böyledir” akıl yürütmesiyle(!) keşfedilen (Ya da tasavvur haliyle üretilen) kanıtların gücü baş rol oyuncusunu mahkum etmeye yeterli sayılmaya başlanırsa, ne olur dersiniz? Sorduğum soruya şu yanıtı verebilirim: Suç ve suçlu düzenlemeleriyle suçlar dünyasında suçlu gibi gezindirilen düşüncenin, sureti olduğu suçla bağlantısı, ‘normal’ hallerde bile Yeşilçam dedektif filmlerinin fikirsel düzeyinde kurulurken, olağanüstü hallerin ‘zaruretleri’, kafiye uysa da uymasa da, gereğinin yapılmasını devletin, milletin, insanlığın, refahın, huzurun, özetle iktidarın bekası için kaçınılmaz kılar; sonrası, mahkum edenlerin yaşam öykülerindeki mesleğinin ne olduğu ve mahkum ettiklerinin listesiyle sınırlı kalma hali, buna karşılık mahkum edilenlerin yaşam öykülerindeki cezaevlerinde üretilmiş eserler zenginliği yargı kararları tarihini araştıracaklar için mahkum eden/mahkum edilen orantısında çarpıcı bir varsayım haline gelir.
Ölünceye kadar cezaevinde yaşamaya ya da cezaevinde ölmeye (Ağırlaştırılmış müebbet hapis diyorlar) mahkum edilen yazarların, şimdilik Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak haberini okuyunca, sırası gelecekleri de düşünür oldum ve iç isyanımı, düşünce ile suç arasında kurulan ilişki üzerine kendimce çeşitlemeler yaparak bastırmaya çalıştım.
Sonra, kendi varsayımımı dayandırdığım verinin, okuduğum haber konusu olayda, ne kadar doğrulanabilir olduğunu merak ettim.
Mahkum edenlerin yaşam öykülerine bir göz atayım dedim, kimse onların medeni halleri ve meslekleri dışında kayda değer bir özellik söyleyemedi.
Mahkum edilenlerin yaşam öykülerini ben biliyorum, hatta neredeyse bilmeyen yok. Açın bilgisayarınızı, girin arama motorlarına, yazın teker teker mahkum edilenlerin adlarını, basın ‘ara’ komutu düğmesine, aradıklarınızın yazdıkları ve değişik dillerde yayımlanmış eserleri, makaleleri, parlak bir kültürel yaşamın doluluğu satır satır, paragraf paragraf kolay tüketemeyeceğiniz bir okuma hacminde gözlerinizin önüne serilecektir. Sorun kendinize ve yanıtlamaya çalışın: Cezaevinde ömür tüketecekleri varsayılsa bile (Umarız öyle olmaz, hatta nasılsa öyle olmaz, gün olur yargı yanlışı düzelir), örneğin edebiyatımıza kaç eser daha katacaklardır dersiniz? Kendinize, adlarını saymaya dilimin varmadığı, birinin adını atlar da sayıca üstünlüklerine zarar veririm, üzülür de üzülürüm diye düşündüğüm, düşündükçe içimin karalar bağladığı şu günlerde mahkum olmadan hapishanede tutulanlar için de aynı soruyu sorun; sanıyorum, aynı yanıtı verirsiniz.
Düşünceyi bir suçun suretinde o suç sayılmaktan kurtaralım; kurtaralım ki, en güzel eserler bir suçun suretinde o suç sayılarak kapatıldığı cezaevinde fışkıran düşüncelerde değil, özgürlüğün hiçbir surete yer bırakmayan sonsuzluğunda sonsuzlaşan düşüncelerde yeşersin.
Evrensel'i Takip Et