İşçi sporları hareketi- 3: Avusturya’da spor ve antifaşist hareket
İşçi sporları hareketi serisinin üçüncü ve son yazısına başlamadan önce bir hatırlatma yapalım. Gabriel Kuhn’un 2017’de çıkan ‘Antifascism, sports, sobriety: Forging a militant working-class culture’ kitabı vesilesiyle başladığımız serinin ilk makalesinde burjuva ve işçi sporu ayrımının ne olduğunu, tarihte bu iki kavramın nasıl yer aldığını özetlemeye çalıştık. İkinci yazıda bu iki akımın en organize halleri olan olimpiyatların bugün pek de bilinmeyen “İşçi Olimpiyatları” kısmını aktardık. Bu yazıda ise işçi sporları hareketinin, dönemin en acil tehdidi faşizme karşı nasıl örgütlendiğini anlatacağız.
Kuhn’un kitabının Avusturya Sosyal Demokrat Partisinin önderlerinden Julius Deutsch’un yazılarına ve zengin Avusturya külliyatına dayandığını söylemiştik. Bu önemli, çünkü Avusturya’daki antifaşist hareket, -direksiyonda Avrupa’nın en radikal sosyal demokrat partisinin olduğunu hatırlatalım- halk nezdindeki yüksek popülaritesi, reformist taktiğin tereddütleri ve nihayetinde yenilgisiyle kıta genelindeki örnekleri özetler niteliktedir.
TARİHSEL ÖZET
Tarihsel arka planla başlayalım… 1. Dünya Savaşı sonunda Avusturya, kaybeden taraftaydı ve savaşa Avusturya, Macaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan ve Bosna Hersek’in yanı sıra Polonya, Romanya ve İtalya’nın önemli parçalarını kontrolü altında tutarak giren İmparatorluk, savaş sonucunda İtalya sınırlarında kalan Güney Tirol hariç Almanca konuşulan topraklarla sınırlanmıştı.
1918’de İmparatorluğun lağvedilmesiyle 1. Avusturya Cumhuriyeti kurulmuştu. Bu dönemin politik atmosferini Avusturya Sosyal Demokrat Partisi öncülüğündeki ‘sol’ kesimlerle sağcılar arasındaki gerginlik belirliyordu. Burjuvazinin öncülüğündeki sağ hareket, monarşistler, Kilise, taşra muhafazakarlığı, Mussolini taraftarı faşistler ve pan-Almancı Nazilerden oluşuyordu.
Viyana, yıllar içerisinde net bir antifaşist mücadeleye dönüşen hareket için güçlü bir başkent ve kültürel hegemonya merkeziydi. Bununla birlikte Linz, Graz gibi sanayi kentleri de hareketi Viyana’nın ötesine taşıyordu.
Ancak faşizmin gittikçe güç kazandığı agresif Almanya ve İtalya ile çevrili olmanın yarattığı dezavantajların yanı sıra Avusturya Sosyal Demokrat Partisinin çekingen siyaseti güç dengesini etkiliyordu. Ülke, adım adım önce -bugünkü Türkiye benzeri- bir otoriter rejime sürüklenirken 1933’te Mussolini destekli Hıristiyan Sosyal Partisi Lideri Engelbert Dollfuss parlamentoyu feshetti. Şubat 1934’te başlayan iç savaştan sağcı ve faşist güçlerin galip çıkmasıyla 1 Mayıs 1934’te ülkenin adı ‘Avusturya Federal Devleti’ne çevrildi. Antifaşist hareket bertaraf edilmişti ancak faşist hareket de bölünmüş durumdaydı. Nazilerin, Dollfuss’u suikastla öldürerek başlattıkları Temmuz 1934 darbe girişimi başarısız olsa da Almanya’da 1 yıl önce iktidarı ele geçiren bu güce karşı koymak kolay değildi. 1938’de Hitler’in Alman askerlerini ülkeye göndermesiyle Avusturya, 3. Reich’ın parçası haline geldi. Savaş sonrası ise 2. Avusturya Cumhuriyeti kuruldu.
Peki tüm bu süreçte -özellikle 1918-1934 arasında- spor ve antifaşist hareketin ortaklığı nasıl gerçekleşti?
WEHRSPORT&SCHUTZBUND
1920’lerde faşist hareketlerin güçlenmesiyle sosyalist/komünist partilerin sporu antifaşist mücadeleyle birlikte ele alması aynı döneme denk gelir. Bu, elbette bir tesadüf değil. Paramiliter örgütlenmelerden fazlasıyla beslenen faşistlerle fiziksel karşı karşıya gelişler rutin hale gelirken her iki taraf da üyelerini bu alanda eğitme ihtiyacı hissediyordu.
Avusturya’da “Wehrsport” yani “Paramiliter spor/ savunma sporu” Julius Deutsch’un öncülüğündeki ASKÖ’nün (Avusturya İşçileri Spor ve Beden Eğitimi Birliği) temel yönelimlerindendir. Wehrsport, kır koşusu, atıcılık sporları ve savunma sanatları gibi temel askeri eğitimle bağlantılı sporları içerir. Aynı zamanda Spor İşçileri Enternasyonalinin (SWSI) de başkanı olan Deutsch, organizasyonun 1927’deki kongresinde şu önergenin kabul edilmesinde başrolü oynamıştır:
“Kapitalist sınıf, proletaryaya karşı savaşında demokratik ve cumhuriyetçi iktidar biçimlerine karşı faşist saldırı yöntemlerini kullanmaktadır. İşçileri sindirmek için silahlı çeteleri istihdam ediyorlar… İşçi sınıfı kendisini ancak savunma birlikleri kurarak başarıyla savunabilir… Proletaryanın fiziksel gücünün gelişmesine yardımcı olan organizasyonlar olarak tüm ülkelerdeki işçi sporları kurumlarının görevi bu savunma birliklerini mümkün olan her şekilde desteklemektir… Bu tip, birliklerin var olduğu ülkelerde işçi sporları kurumları onlarla iş birliği yapmalıdır. Karşılıklı destek sağlanmalıdır.”
Biyografisinde “Spor aracılığıyla vücudumu kuvvetlendirmek askeri yaşantımda bana epey yardımcı oldu” diyen Deutsch, sporun, işçilerin aynı zamanda iyi birer “asker” olmalarına yardımcı olacağını düşünüyordu. Deutsch, “Sosyalist işçilerin spor hareketi büyük ve küresel bir cephaneliktir” tanımlamasını yapıyor ve sporla proletaryanın kurtuluş mücadelesi arasında kurduğu bağlantıyı böylece “kültürel hareket”in ötesine taşıyordu.
Avusturya Sosyal Demokrat Partisinin 1923’te kurduğu Schutzbund, yükselen faşist harekete karşı oluşturulan işçi milislerinin merkezi örgütüydü. Amacını, “İşçi sınıfını monarşizm ve faşizmin saldırılarından korumak ve demokrasiyle cumhuriyeti savunmak” olarak ortaya koyan Schutzbund’a işçi spor kulüplerinden ciddi bir katılım sağlanıyordu.
Tarihçi Helmut Gruber’in “Sosyalist bir kültürel hareketin sınıf savaşının yedek ordusuna çevrilmesi” olarak eleştirdiği bu durum, Deutsch tarafından şöyle savunuluyordu: “SWSI’da sporun sadece spor niyetine yapıldığı bir dönem oldu. Bugün spor yapmak aynı zamanda proletaryayı güçlendirmenin bir aracıdır. Bu yüzden spor organizasyonları ile proleter savunma birlikleri birbiriyle mümkün olduğunca yakın hareket etmelidir.”
‘ASKERİ AMA MİLİTARİST DEĞİL’
Kuşkusuz Deutsch’un endişesi, faşist tehdit altındaki ülkede yerinde bir hissiyattır. Ve kaynakların kısıtlı olduğu koşullarda, spor ile askerlik arasındaki kadim yakınlığı kullanmak anlaşılırdır. Deutsch, hareketlerinin “askeri” biçimlerden yararlanmakla birlikte “militarist” olmadığını şu sözlerle anlatıyordu: “Örgütlü proleter öz savunma güçlerinin militarizmle hiçbir alakası yoktur. Bu baskının bir aracı değil tersine çalışan insanların savunması için oluşturulmuş bir kurumdur… Militarizmin özü halka yabancı ve düşmandır. Proleter savunma birlikleri ise tamamen farklıdır. Onlar, halkın kanından ve canındandır…”
YENİLGİNİN NEDENİ…
1931 Viyana Olimpiyatları futbol finalinde taşınan pankartı önceki yazıda anımsatmıştık: “Faşizm, Kızıl Viyana’da asla gol atamayacak. İşçi futbolcular bunun teminatıdır.”
Maalesef, “Bir iç savaşı engelleme” gerekçesiyle Avusturya Sosyal Demokrat Partisinin aşırı itidalli politikaları, büyük bir insan kaynağına sahip olan ve işçi sporları hareketiyle de desteklenen Schutzbund’un “Geliyorum” diyen faşizm karşısında elini kolunu bağlamıştır.
1907-1914 arasında Viyana’da yaşayan ve sosyal demok-rat liderlerle sık sık görüşen Troçki’nin “Hepsi iyi eğitim almış, bazı konularda benden daha bilgili insanlar. Ama hiçbiri devrimci değil” ve Lenin’in “Pratikte hepsi küçük burjuva demokratlarıdır. Pratikte, en iyi ihtimalle hepsi burjuvazinin elindeki kuklalardır, en kötü ihtimalle ise burjuvazinin kiralık elemanlarıdır” eleştirilerini haklı çıkarır şekilde pasif kalan antifaşist hareketin liderleri, 1934 direnişinin daha güçlü ve belki de muzaffer olabilmesinin önündeki engelleri oluşturmuştur. “İç savaşı engelleme” ihtiyatı, iç savaşın kaybedilmesiyle neticelenmiştir. Geriye ise işçi sporları hareketiyle harmanlanan bu önemli deneyim kalmıştır.
Evrensel'i Takip Et