6 Mayıs 2018

Türkiye'deki gazeteciler Avrupa'dan ne bekler?

Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünün durumu Avrupa için artık tek başına ele alınması gereken bir sorun. Önceki yıllarda 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü etkinliklerinde ağırlıklı olarak Türkiye konuşulsa da Doğu Avrupa ülkeleri de dahil edilir, ortak sorunlar çerçevesinde tartışılırdı. Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönmesinin ardından ülke adeta ayrı odaya alındı. Avrupa Komisyonunun desteğiyle Brüksel’de Avrupa Parlamentosunda iki gün süren toplantılara çok sayıda gazeteci ve sivil toplum kuruluşu temsilcisi davetliydi. Türkiye AB ilişkilerinde artık adaylık yerine imtiyazlı ortaklık seçeneği konuşulmakta ve Avrupa Parlamentosu üyelik görüşmelerini geçen yıl alınan kararla dondurulmuşken bu toplantılardan ne beklendiği sorusu kafalarımızı kurcalamaktaydı.

Son üç yıldır ilerleme raporlarında medyanın durumu ve ifade özgürlüğündeki geri gidişin altı güçlü ifadelerle çiziliyor, bu konuda duyulan endişelerin seviyesi düzenli olarak artıyor. Hükümet içinse bu bunların tümü bildiğiniz üzere “yok hükmünde”. Toplantının açılışını yapan Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani, AB’den başka seçeneğin olmadığının söylenmesi ile AB değerlerinden uzaklaşmak için her şeyin yapılması arasındaki çelişkiye dikkat çekti. Hükümetten bu konuda olumlu mesajlar beklediklerini söyledi. Seçim sürecinde bekledikleri mesajları mı alırlar yoksa yeniden “Eyy Avrupa” ile başlayan gerilimin bir parçası mı olurlar henüz bilmiyoruz. Ancak gözlemim hükümetin güvenlik endişelerini anladıklarını belirten yumuşak tonda konuşmalar yapsalar da beklentilerinin pek fazla olmadığı yönünde. Bunu toplantıya olan ilgiden de anlamak mümkün. AP Türkiye raportörü Kati Piri, Almanya Yeşiller Partisi Rebecca Harms, ki Cumhuriyet gazetesi davasını düzenli olarak izleyen bir parlamenterdi, zaten Türkiye’yi yakından bilen üyeler. Türkiye’den gelen eleştirileri çoğunlukla yine duruma hakim Komisyon üyeleri karşılamak durumunda kaldı. Çünkü Türkiye Avrupa için artık cazip bir ülke değil. Üye ülkelerin çoğunluğunun kamuoyu Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak görmek istemiyor. Bunu yalnızca ülkenin çoğunlukla Müslüman olan kimliğine bağlamak doğru değil, son yıllarda temel insan haklarındaki geri gidiş, Türkiye kökenli azınlıkların provoke edilmesi sonucunda “Türkiye dostu” olarak görülmek Avrupa’da oy kazandırmıyor. Buna rağmen AB kurumları Türkiye’yi tamamen kaybetmeyi de göze alamıyor. İşin içinde mülteci anlaşması var, ticaret var... 

Türkiye’ye gelip giden, Çağlayan’da, Silivri’de duruşmaları izleyenler içeride güçlü bir karşı çıkışın olduğunun farkında, uluslararası basın özgürlüğü örgütleri kimi zaman Türkiye’den gelenlerden daha fazla suçluyor Avrupa’nın tutumunu. Tahmin edeceğiniz üzere eleştirilerin merkezinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var. Sokağa çıkma yasakları zamanında, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevleri sırasında alınmayan idari tedbir kararları, cezaevindeki milletvekilleri ve gazeteciler için halihazırda çok geç kalınmış olması, KHK ile işlerinden olanlar için Türkiye’de kurulan komisyonun adres gösterilmesi AİHM’nin siyasi tutumuna işaret sayılıyor. Avrupalılar için AİHM’nin tartışılması çok karşılaşmadıkları bir durum, topu taca atmayı tercih ediyorlar.

Öyleyse bu toplantı neden yapıldı diye sorarsanız başlıca amaç Türkiye’den gelen önerileri dinlemekti. AB kurumları için strateji/taktik üretmek Türkiye’deki gazetecileri aşan bir çaba. Bu esasen Türkiye’deki siyasetçilerin, bir başka deyişle muhalefetin işi, milliyetçi popülist söylemlere arka çıkmak yerine Avrupa ile ilişkilerde sorumluluk almaları gerekiyor.
 
Gazetecilerin talebi yalnızca işlerini özgürce yapabilmek ve çalışma koşullarının iyileşmesi. Dolayısıyla tartışma AB’nin sessizliğine, kimi zaman ikiyüzlü sayılabilecek tutumuna yönelik eleştiriler ve bunlara verilen üstü kapalı, çoğunlukla ne dediği belirsiz cevaplarla sınırlı kalıyor. Öneriler Avrupa bürokrasisi ve diplomasi taktiklerine çarpıyor. AB boşanmış bir ebeveyn gibi burada kendisini özgür ve güvende hissetmeyenlere ‘merak etmeyin biz her zaman yanınızda olacağız’ mesajı veriyor. Birkaç yıl önce fon taleplerinde kılı kırk yararken artık başvuruya teşvik ediliyor. AB’nin de artık bir Türkiye politikası yok, bir taraftan hükümetle durumu idare etmeye, diğer taraftan vicdanları rahatsız eden hak ihlalleri için bir şeyler yapmaya ya da bazen yapıyormuş gibi görünmeye çalışıyorlar. 

Hükümet bilindiği üzere Avrupa ile ilişkileri tutuklu gazetecileri silah anlaşmaları karşılığında serbest bırakma, akademisyenlere yönelik baskıları karkas et ithalatıyla birlikte görüşme, mülteciler için masraf pazarlığı yapma seviyesine indirdi. Sorunlarımız burada çözülecek elbette, AB’nin bir kurtarıcı gibi görülmesi gerçekçi ve doğru değil. Esas mesele Türkiye’nin yönünün nereye çevrildiği, altına imza attığımız insan haklarını merkeze alan değerlere mi yoksa basın özgürlüğü indekslerinde son sıraları paylaştığımız ülkelere mi? Seçim sürecinde milliyetçi hamaset yerine hak ve özgürlükler temelli bir söylemin hem içeride hem dışarıda her kesimde karşılığı var, yalnızca biraz cesaret gerekiyor. 

Evrensel'i Takip Et