6 Haziran 2018

Ey demokrasi sen nesin?

Nasıl bir şey ve kimin için olduğu ya da olacağının üstü örtülerek “demokrasi” kavramı, seçim kampanyası ve propagandasının odağına yerleştirilmiş durumdadır. Bu kadarında bir sakınca ya da tuhaflık yoktur. Kuruluşundan itibaren hiçbir döneminde burjuva anlamında dahi demokratik bir biçim alamamış sermaye devletinin işçi ve emekçi kitlelerine karşı sürdürdüğü baskı ve saldırı politikalarının daha da yoğunlaştırılmak istendiği; ekonomiden siyasete, sosyal yaşamdan kültüre yaşamın tüm alan ve ilişkilerinin oligarşik tekelci bir kastın tekeline alınmaya çalışıldığı bir dönemde, demokrasi talebinin öne çıkmasında bir yanlışlık yoktur. Burjuva anlamıyla dahi demokratik olmayan, tekelci gericiliğin çıkarlarınca belirlenen demokrasi düşmanı bir diktatörlüğün daha da zalimane bir biçime; “parlamenter sistemi” ve “kuvvetler ayrılığı” gibi krıterleriyle belirgin biçimsel burjuva demokratik sistemi lağveden faşist biçime büründürülmesi, bazı burjuva kesimleri de içinde olmak üzere toplumun başlıca işçi sınıfı ve ezilen halk kitleleri olmak üzere çok büyük kesimlerinin aleyhinedir. Erdoğan-Bahçeli-Perinçek “ittifakı”nda temsil edilen siyasal-askeri kampın gerçekleştirmek istediği bu yoğunlaşmış gericilik ve tahakküme karşı, tüm bu kesimlerden muhalefetin yükselmesi, bu bakımdan genel olarak toplumun yararınadır. 

Ama tam da burada; siyasal demokrasi ve demokratik talepler sorununun bütün bu kesimler tarafından nasıl ve hangi içerik ve kapsamda görüldüğü sorunu önem kazanmaktadır. Sınıfsız-zümresiz kaynaşmış bir toplumda yaşamıyoruz. Tekellerin hakimiyetinde kapitalist bir toplumda işçi sınıfı ve emekçiler bir yana, burjuvazinin bütün kesimleri için dahi eşitlik ve özgürlük ifadesi olan bir demokrasi mümkünsüzdür. Tekelci sermaye ile küçük burjuvazinin aynı haklara sahip olabildiğini ya da olabileceğini, siyasal riyakarlar ve aptallar dışında kimse ileri süremez. 

Burjuva demokrasisi, adı üzerinde burjuvazinin demokrasisini ifade eder, onun çıkarlarını esas alır ve onun sınıfsal egemenliğinin biçimlerinden biridir. Tekellerin egemenliği koşullarında burjuva devlet iktidarı siyasal olarak daha da gericileşmiştir. Kapitalizm ve burjuva sınıf egemenliği, propaganda edildiği üzere herkes için hak eşitliğini, herkesin özgürlüğünü sağlamaz. 

Siyasal toplumsal gerçek böyle iken burjuva partileri ve tekellerin çıkarlarına bekçilik yapan sermaye propagandacılarının Türkiye gibi tarihinin hiçbir döneminde demokratikleşememiş bir ülkenin devlet iktidarını demokratik gösterme çabaları, siyasal-iktisadi rantla bağlı ikiyüzlülükten ibarettir. Türkiye egemenleri hiçbir zaman demokratik bir idare biçiminden yana olmadılar. Türkiye’de, burjuva anlamıyla kullanılabildiği kadarıyla demokratik haklar ancak işçi ve emekçilerin-ve her dönem saldırıların hedefinde olmuş ilerici aydın kesimlerinin- yürüttükleri mücadele sonucu mümkün olmuştur. İşçilere toplanma, gösteri yapma, greve başvurma hakkını egemen burjuvaziyle generalleri vermedi. Tek Parti dönemi bir yana, işçilerin grevli toplusözleşmeli sendika hakkı talebi bile DP’den AKP’ne sermayenin sağ gerici partileri tarafından baskı-yasak ve saldırılarla karşılandı. Erdoğan’ın OHAL “ihtiyacını” işçilere karşı olan sermaye ve çıkarlarıyla açıklaması, çarpıcı bir örnektir. Sermaye ve siyasal iktidarlarının hakimiyeti, işçi sınıfı ve diğer ezilen halk kesimlerinin haklarının gaspı, baskı altına alınmaları, demokratik haklardan yoksun bırakılmaları demektir. Bu durum, sınıf iktidarının siyasal biçimlerinden bağımsız olarak böyledir. Ancak, faşizm, tekelci gericiliğin en vahşi saldırganlığının ifadesi olmakla, bu hakimiyeti en insanlık dışı biçimlerde sürdürmeyi hedefler.

İşçi sınıfı ve emekçiler bundandır ki, faşizme karşı mücadelede, bu mücadelede şu ya da bu nedenle yer alan diğer toplumsal kesimlerle -onların tutarsızlıklarını da unutmaksızın- ilkeli ittifaklar yapmayı ya da onların karşı çıkış tutumlarından yararlanmayı reddetmez. Ancak demokrasi sorununda asıl hedefi, kendisi başta olmak üzere sömürülüp ezilen halk yığınlarının demokratik haklara sahip olmasıdır. 

Bu hakların elde edilmesi ise, ancak tekelci gericilik başta olmak üzere sermaye egemenliğine ve onun uluslararası dayanaklarıyla emperyalist haydutluğa karşı mücadele ile mümkündür. İşçi sınıfının bilinçli ileri kesimleri, seçimler dahil siyasal gelişmeleri, bu mücadelenin işçi-emekçi iktidarına doğru geliştirilmesi için değerlendirirler. 

Şimdi, bütün yönetsel yetkileri tekelinde toplamaya soyunan Erdoğan dahi “daha fazla demokrasi”den sözetmekteyse, ve sermayenin çeşitli diğer partilerinin sözcüleri “parlamenter sistemi” ve “kuvvetler ayrılığını” esas alan burjuva sınıf iktidarı biçimini “elde edilmesi gereken demokrasi” olarak gösteriyorlarsa; bu, bir halk demokrasisi ihtiyacı bir yana, burjuva demokrasinin biçimsel-topal biçimlerinin dahi toplumsal bir karşılığının ne denli geniş olduğunu gösterir. 12 Eylül canavarlığını tecrübe edenler “Tek Adam Tiranlığı”nı istemiyorlar.

On milyonlarca insanı baskı cenderesine alarak “vatan haini” muamelesine tabi tutanların Türkiye’nin “Geçmişe göre daha hür demokratik” bir ülke olduğu ve “hiçkimsenin özgürlük alanının daralmadığı” iddiaları, bu gerçekleri örtmeye yönelik dayanaksız söylemden ibarettir. Kürtleri tank-top atışlarıyla, kentlerini yakıp yıkarak, binlerce gencini öldürerek dize getirmeye çalışanların “Kürt sorunu çözdük, Kürt sorunu yoktur!” demeleri, aklını peynirle yemeyen kargaları bile güldürür. “Kürt yoktur” demiyorlarmış; vay ki ne vay! Militarizmi yaşamın tüm alanlarını zapturapt altına almak üzere yeniden düzenlemek için öne çıkarıp generallerle daha koyu bir karanlık düzeni hakim kılmaya soyunanlar,  “vesayet düzenine son vermek”ten sözediyorlar. 

Baskının yoğunlaştırılmasına olduğu kadar bütün bu saptırma ve aldatmacalara karşı çıkış, içerik ve hedef farklılığına rağmen  geniş halk yığınlarının da yararınadır. İşçi sınıfı ve emekçiler, burjuvazinin devlet iktidarının alacağı biçimlere karşı kayıtsız değillerdir; faşizmin tesis edilmesine karşı mücadelenin yükseltilmesi en çok onların yararına olacaktır. Siyasal gericiliğin yoğunlaştırılması ve faşist vahşetten en büyük darbeyi çünkü tarihin her döneminde ve en ilkin işçi sınıfı ve diğer ezilenler yemiştir. Ancak sermayenin birbirleriyle de sorunlu partilerinin “demokrasi” adına ileri sürdükleri sistemin sermayenin çıkarlarının ifadesi olmaktan öteye geçmediğini; onların “mücadele” platformlarıyla kendisinin sermaye ve burjuvazinin devlet iktidaına karşı mücadelesi arasındaki nitelik farkını da asla unutmamaları gerekir. İşçi sınıfı ve emekçi müttefikleri burjuva parlamenter biçimlerle yetinemezler. Bu biçimler altında olsun, faşist diktatörlük koşullarında olsun yaşadıklarıyla kendilerinin yararına olanı az-çok tecrübe etmişlerdir. Onların yararına olan, bütün ezilenlerin sosyal-ekonomik ve siyasal tüm haklarına sahip olmaları için mücadeleyi dolaysızca sermaye hakimiyetine karşı ve kendi demokratik iktidarı için mücadeleye genişletmeleri; bu perspektifle ele almalarıdır. Neredeyse herkesin demokrasiden sözettiği ve hatta demokrasi istediği günümüz koşullarında, istenenin nasıl bir demokrasi olduğu ve kimin için; hangi sınıf yada sınıflar yararına istendiği gözardı edilerek demokratik haklar mücadelesi ilerletilemez.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kadın işçiler devlere karşı

Kadın işçiler devlere karşı

Chinatool grevi, ücretleri eriten Şimşek programının arkasında dizilenleri gözler önüne seriyor: Programın uygulayıcısı iktidar, programdan güç alıp %25 zam dayatan Chinatool ile Şimşek’in kapısını aşındırdığı Chinatool’un ortağı uluslararası finans tekeli HSBC... Küçük parçaların üretimi için küçük elleri kullanılan kadın işçiler, bu dev ittifaka sendikalarıyla kafa tutuyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İmamoğlu’ndan belediye operasyonlarına tepki: Sandık gelecek, bir kişi gidecek, her şey değişecek.

Evrensel'i Takip Et