Şaka gibi ama kahramanlar çoğaldıkça çoğalıyor. Kaymakam bir kahraman. Vali bey bir kahraman. Bakan daha da kahraman. Kahramanlar ille de asker olacak değil ya! Çavuştan, hatta erden bile kahraman oluyorsa, koca kaymakam, vali, bakan neden kahraman olmasın? Kahramanlık sivillere de yakışır, değil mi?

Hem rejim artık çok sivil bir rejim. Ordu hizaya getirilmiş, uslanmış, akıllanmış durumda. Sivil yönetim gerekirse ordu gibi davranmayı biliyor. Osmanlı zamanından çıkarılan dersler iyice bellenmiş. Sultan zaten başkomutan. Her şey ve herkes ona bağlı. O tanımı gereği bir kahraman. Tepedeki sayesinde Türkiye artık her yerde, havada karada ve suda kendinden daha çok söz ettiriyor. Reklamın kötüsü olmaz, sözü ediliyor ya… Bu yeterli.

Artık rejim hep kahraman üretiyor. Tepeden aşağıya dek kahraman, kahraman da kahraman. Şanlı geçmişe yakışan bir düzen, yani. Savaş günlük yaşamın bir parçası. Yurtta savaş, komşuda savaş, bölgede savaş. Zaten Trump gelmiş, dünya savaşı bile gündelik konu olmuş. Savaş açmak, olmadı savaş konuşmak iyi fikir…

Kentler artık bir savaş alanı. Kentsel dönüşüm bir savaş. Derelere HES yapmak, olmadık yerlere termik santral kurmak doğaya savaş. Nükleer santral toptan akla yönelik savaş. Okullara yapılanlar da, hem akla, hem de çocuk ve gençlere yönelik müthiş bir savaş.

Bunca savaş varken, kahraman üretmek daha kolay. Polis kahramandı, daha da kahraman oldu; destan yazar oldu, PÖH oldu. Jandarma kahramandı, JÖH ile daha da kahraman oldu. Ama sivil kahraman üreten düzende esnaf da kahraman, muhtar da. Çocuklara en korkunç düşünceleri belletmek isteyen, o “yerli ve milli” öğretmenler de…”

Kahramanlar bollaştıkça bollaşırken, yukarıdaki kahramanların yarattığı ve parlattığı kahramanların, yani aşağıdaki kahramanların yaptığı işler olağanlaşıyor, dikkat çekmiyor. Yukarıdaki kahramanlar o kadar çok konuşuyor, kahraman yandaş medya o kadar çok çalışıyor ki…

Perdeyi aralayıp, “yerli ve milli” düzenlerin ürettiği kahramanlara bir göz atalım. Örneğin, İbrahim Aziz’in “Perde Aralığından” başlıklı kitabından bir alıntı yapalım:

“Yaptığı her ‘iş’ten sonra kanlar içerisinde dönüyormuş eve babası... Şuurunu kaybediyormuş... Akıl ve ruh hastanesine yatıyormuş her seferinde kendine gelebilmek için. Elektrik şoku yapıyorlarmış ona. Çok sinirli ve bambaşka bir adam oluveriyormuş bazen. İşte o anlarda, babası ile göz göze geldiğinde, tanıyamıyormuş adeta onu... Bir insan gidiyor, yerine bir katil geliyormuş. İşte böyle bir ‘ölüm makinesi’ yaratmış teşkilat babasından... Bir gün bir Rumca gazetede resmi yayınlanmış... Babasının resmi... Sırtında bir pardösü ve elinde Sten bir silah... Şöyle yazmış gazete: ‘TMT’nin en azılı katili’...”

İbrahim Aziz’in kitabı Kıbrıs’ın yakın geçmişindeki kahramanlara ışık tutuyor. Başka örneklere de bakılabilir. Arjantin’deki diktatörlüğün yarattığı kahramanlar gibi. Pinochet rejiminin ürettiği kahraman ölüm makineleri gibi. Guatemala’da kendi halklarına acımasızca saldıran, korku salan, onları dehşete düşüren kahramanlar gibi. Örnekleri çoğaltmak kolay. Ama sorulması gereken soru, hep aynı. Orada veya burada kaç çocuk, kahraman bir babayla büyümek zorunda kaldı, kalıyor veya kalacak?

Kahramanların çoğaldıkça çoğaldığı bir düzen, ancak ve ancak bir yanılsama üretebilir. Sürekli kahraman üreten düzenler aslında savaş ve yıkım düzenleridir. Savaş rejimleri sivil yurttaşlar değil, “yerli ve milli” milisler üretir. Savaş rejimi güçlendikçe ve kahramanları çoğaldıkça dostluk, kardeşlik, adalet unutulur.

Hep söyledik, yine söyleyelim: Çocuklara barış, adalet ve kardeşlik yakışır. Kahramanlık destanları ve “yerli ve milli” yalanlar çocuklara ancak acı getirebilir.

Evrensel'i Takip Et