08 Kasım 2018 00:50

Gerilim, siyasal-askeri şiddet ve krizler dönemi - II

Gerilim, siyasal-askeri şiddet ve krizler dönemi - II

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Pazar ve etki alanları üzerine rekabet ve emperyalistlerin askeri güç kullanımı dahil diğer çeşitli ülkelere müdahaleleri, doğrudan hedef olup olmamalarından bağımsız olarak hemen tüm diğer ülkeleri de etki altına alan uluslararası bir ‘kaotik durum’ kuşatmasına almaktadır. İran’a karşı Amerikan emperyalist dayatmalarında açıkça görüldüğü üzere bu kuşatma ekonomiden askeri politikalara çok geniş kapsamlı sorunlar doğurmakta, ekonomi ve politikanın daha fazla askerileşmesine yol açmakta; büyük emperyalist güçlerin ve onların “bilek güreşi”ni fırsat yaratıcı gören işbirlikçi diktatörlüklerin yayılmacı emel ve eylemleri nedeniyle bu gerilim ve çatışma egilimleri güç kazanmakta; savaş tehdidi giderek büyümektedir. Ortadoğu’da sosyal iktisadi ve kültürel yıkıma yol açan çatışmalar sürüyor.  Suriye, “son” Dörtlü Zirve’de sahnelenen her gücün kendi politikalarında ısrarıyla da bağlı olarak dış güçlerin ve onların piyonu terör guruplarının “savaş deneyimini artırma sahası” olmaya devam ediyor. Emperyalist rekabet ve ‘kapışma’nın “kurbanı” Suriye, Libya, Afganistan gibi ülkelerle birlikte bütün bölge, açıkça görülmektedirdir ki bu gerici güçleri püskürtecek bir halk hareketi olmaksızın, bu yıkıcı tehditten kurtulamayacaktır. Kürtler Türkiye gericiliğiyle birlikte İran yönetimiyle Irak merkezi idaresinin top atışı menzilinde tutulmaya, ve Filistinliler Siyonist yönetim tarafından bombalanmaya devam ediliyor. ABD ve Rusya başta olmak üzere ve AB’nin ‘büyük güçleri’ dahil emperyalistlerin Ortadoğu, Afrika ve Balkanlar’da halklara karşı canice politikaları, Kürt ve Filistin sorunu üzerinden sürdürülen ikiyüzlü istismar, yıkıcı sonuçlarıyla daha belirgin biçimler almıştır. ‘Bölge gücü’ iddialı devlet yönetimleri, Türkiye ve İsrail egemen güçleri fetihçi  politikaları sürdürmektedirler. Şoven milliyetçi ezen ulus hakim politikası, işçi-emekçi hareketinin dağınıklığı ve geriye atılmış olmasından da güç alarak daha da yoğunlaşmıştır. Erdoğan iktidarının sözcüleri, “eşit siyasal haklara dayalı çözüm”den sözedilmesini “ihanet” ve “terör”le eş görmekte; devlet iktidarını hedeflemeyen ve sorunu “yerel yönetimlerin yetkilerini artırma” kapsamında “çözüm”e daraltanları dahi “terör örgütü payandası” olarak nitelemektedir. O, iktidarından “çözüm” beklentisinde olan kesimleri hayal kırıklığına sürükleyecek olan katı baskıcı-retçi politikada ısrarcıdır.

Uluslararası ve bölgesel bu durum diğer yandan devlet-hükümet yöneticileri için halkları yoğun baskı altında tutmanın; silahlanmaya ve öldürmeye daha fazla kaynak ayırmanın; işsizlik ve yoksulluğu artıran politikalarda ısrar etmenin gerekçesi olmaktadır. Hemen tüm burjuva devlet iktidarları halk kitlelerine karşı baskıcı politikaları yoğunlaştırmaktadırlar. Sermayenin en gerici ve faşist temsilcileriyle ellerinde sağ popülizmin ikiyüzlü bayrağı olan ırkçı-şoven parti ve örgütlerin yöneticileri, emekçilerin taleplerini istismarı elden bırakmaksızın siyasal-sosyal ve iktisadi saldırıların yoğunlaştırılmasında suç ortaklığını ve “görev paylaşımı”yla sistem korumacılığını sürdürmektedirler. Washington ya da Paris’te, Londra ya da Moskova’da; Ankara ya da Brazil (Brasilia)’de iktidar tahtında oturan iktidar sözcülerinin birbirlerini “demokrasi” üzerinden “eleştirmeleri” ikiyüzlülükten ibarettir. Onlar giderek belirginleşmiş biçimde suç ortağı olmuşlardır. Savaş sahnesi rolü biçilen Ortadoğu’da yaşananlar bu suç ortaklığını gözler önüne seriyor. Yüzlerce örneğinden biri olarak Cemal Kaşıkçı cinayeti insan hakları katilliğinde burjuvazinin suç ortaklığını bir kez daha gösterdi.

Kaşıkçı’nın uluslararası bir komplo ve pazarlığın ‘kurbanı’ olarak ketledilmesi sadece bu barbarca cinayetle devlet düzeyinde dolaysızca ilişkili ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan egemenlerinin değil, egemen sınıf olarak burjuvazinin ve onun devlet iktidarlarının uluslararası alanda insan hakları ve demokratik özgürlükler üzerine ikiyüzlü sahtekârlığının genel bir özelliği olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. Bu barbarca suikast ilgili ülkelerin yönetimlerinin “gözü önünde” hazırlanmakla kalmayıp icra edilişi de “alenen gerçekleştiği” halde, seyredilmiş; ardından da halkların aldatılmasına yönelik ikiyüzlü kınama açıklamaları yapılarak “soruşturma ciddiyeti” talebinde bulunularak “görev” tamamlanmıştır! Cinayetin Suudi yönetimiyle “işbirliği içinde aydınlatılması” üzerine söylenenler “ibret verici”dir! Daha da çarpıcı olanı, kendi “demokrasi”lerine iltifatta kusursuzluk isteyen emperyalist ülkelerin yöneticileri başta olmak üzere sermaye dünyasının temsilcilerinin Suudilerin zengin petrol yatakları ve Ortadoğu’daki gerici hegemonya kavgasında kullanılabilir rolleri üzerinden tutum belirlemeleridir. Sermayenin sömürü ve yağma siyaseti üzerinden şekillenen bu tutum, emperyalistlerin, işbirlikçi burjuva sınıfların, tekelci gericilik ve burjuva feodal ve monarşist güçlerin demokratik özgürlükler düşmanlığının açık göstergesidir. Burjuva gerici iktidarlara muhalif olanların fişlenmesi, kaçırılıp işkence edilmeleri ve katledilmeleri sıradanlaşmıştır. CIA, MOSSAD ve MİT gibi istihbarat örgütleri bu işlerde uzmanlık sahibidirler.

Bu durum ve gelişmelerin ağır yükleriyle bunaltılan emekçi kitleleri ise üzerlerindeki baskıdan kurtulmanın yol arayışını çeşitli biçimlerde sürdürmektedirler. Bu arayış, sistem partilerinin yığınların taleplerini istismarıyla bağlı bir aldanma sonucu henüz genel olarak bu partilerden birinden diğerine destek olarak şekillenmesine rağmen, onu aşan egilim ve tutumlar da giderek güç kazanmaktadır. İşçi sınıfı ve emekçilerin popülizmin sol liberal ve reformist temsilcilerinin Yunanistan, İspanya, İtalya, Brezilya gibi ülkelerdeki temsilcilerine verdikleri destek bu arayışın göstergelerinden biriydi. Ancak sol popülizmin bu temsilcileri sermaye düzeni ve hakimiyetiyle bağlı platformu aşma güç, perspektif ve politikasına sahip değillerdi ve olamazlardı. Bu durumun da birkez daha açıkça gösterdiği, sermayeye ve burjuva sınıf iktidarlarına karşı örgütlü siyasal mücadeleye dönüşmediği sürece, işçi sınıfı ve emekçi arayış ve mücadelesinin sistemin kirli kanallarında boğulma tehdidi altında olacağıdır.

Bu da, işçi ve emekçilerin ileri kesimleriyle devrimci ve sosyalist parti ve örgütlere, sermayenin ulusal ve uluslararası alanda giderek yoğunluk kazanan saldırılarına karşı, sömürülen ve ezilen sınıfların mevcut dağınıklık ve geri düzeyi aşan mücadele birliğini örmek için daha fazla çaba gösterme sorumluluğu yüklemektedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa