Ergenekon aynasında, liberal sefalet ve ulusalcı fütursuzluk
Öncesi bir tarafa, 12 Eylül 1980 sonrası Türkiye’de, sağdan sola uzayan siyasal-ideolojik düzlemi baştan başa kesen, etkileyen başlıca iki eksenden söz edilebilir:
Bir yanda, Özal’ın o meşhur “satarım, hem de babalar gibi satarım” sözünde simgesini bulan serbest piyasacı ekonomik temelin yansıması, liberal siyasal-ideolojik eksen...
Diğer tarafta ise tarihsel kökleriyle birlikte milliyetçilikten ve kutsal devletçilikten beslenen, devrimci-sosyalist solun irtifa kaybetmesiyle boy atan, Kürt hareketine tepkiyle yeni mecralar kazanan ‘ulusalcı’ eksen...
Değişen gündemlerde değişik biçimlerde birbirini tetikleyerek siyasal saflaşmalara yön verdi bu iki eksen. Özelleştirmeler ile devlet küçülecek, ‘sivil toplum’ büyüyecekti mesela. Türkiye küresel gelişmişliğin bir parçası olacak; serbest piyasa, iktidarı yani üst yapıyı özgürlükçü ve demokratik olmaya zorunlu kılacaktı vb... Bunun karşısında ise, malum ağıtlar: Bağımsız devlet, milli ordu tasfiye ediliyor, tek dayanağımız cumhuriyet değerleri elden gidiyordu. Ve elbette emperyalizm Kürtler (ve de liberaller) eliyle ülkeyi bölüyordu, vs...
Bu hikâye bir köşe yazısına sığmayacak kadar uzun. Sadede gelelim...
Geçtiğimiz günlerde ‘beraat’la sonuçlanan Ergenekon davası da bahsettiğimiz iki eksenin manipülatif yaklaşımlarının konusu olmuştu. Nitekim, davanın düşmesinin, ‘derin devlet’ ismiyle müsemma kontrgerilla ya da Gladyo örgütlenmesinin tamamen bir uydurma olduğunu gösterdiği yazılıp söylenebiliyor. Zamanın iktidar ortağı Fethullah şebekesinin fikri ve zikri gücüyle organize edilen, birinci elden ‘bu davanın savcısıyım’ diyen AKP hükümetinin siyasal sorumluluğunda yapılan Ergenekon operasyonları gerçekten kontrgerilla yapılanmasını tasfiyeyi amaçlıyormuş da karşılıksız kalıp boşa düşmüş sanki! Sağ-sol her türden liberalin iddiası öyleydi ama: ‘Derin devlet tasfiye ediliyor’du, hatta bugün hapiste olan Ahmet Altan’a göre, demokratik devrimi yapmak İslamcılara düşmüştü!
O günleri hatırlamakta yarar var.
Farklı hesaplarla çuvalın içine atılan ilgisiz birçok ismi dışında tutarsak; soğuk savaş sonrası süreçte özellikle ordu içinde yörüngeden kayma eğilimine (‘Avrasyacılık’ gibi) giren unsurları hedefleyen Ergenekon operasyonunun bir iktidar kapışması olduğu, demokratik bir değer taşımadığı o kadar açıktı ki. Operasyonun bu karakteri ilk davalardan birinin iddianamesine de girmişti zaten. “NATO’nun kurduğu derin devletin amaçları dışına çıkmış bir örgüt” şeklinde tanımlanıyordu Ergenekon.
“NATO’nun kurduğu derin devlet”, yani namı diğer Özel Harp Dairesi-Kontrgerilla-Gladyo yapılanması meşruydu yani!
Ergenekon soruşturmasını yürütenlerin, “NATO’nun kurduğu derin devlet ve onun amaçlarıyla”, dolayısıyla icraatlarıyla bir dertleri yoktu.
O icraatların neler olduğunu bilmeyen var mı?
6-7 Eylül gibi “muhteşem bir organizasyon”dan Maraş’a, ’77 1 Mayıs’ına, Sivas’a, ‘90’ların Jitem’ine uzanan, Amerikan ödenekli olduğu (bir dönem başında görev yapmış) General Kemal Yamak tarafından dillendirilen ‘özel’ örgütlenme sahiplenilirken nasıl oluyordu da “devlet, derin devletini temizliyor”du?
Operasyonun hedefi olan Veli Küçük mesela... Yargılanıyordu ama onun da içinde bulunduğu Jitem soruşturma dışı bırakılıyordu. Bu bile, ‘devlet adına’ işlenen binlerce cinayetin ‘devlet adına’ sahiplenilmesi değil miydi?
Kimin, niçin ve nasıl işlediği belliyken, adına “faili meçhul” denilen cinayetleri es geçen bir soruşturmadan, “Artık devlet adına kimse cinayet işleyemeyecek” sonucunu çıkarmak için ‘taraf’lı liberal olmak gerekiyordu herhalde.
Kontrgerillanın bu Ergenekon koordinatlarına sıkıştırılmasının gerçekte onun aklanması olacağını söyleyenleri “tarafsızlık”la itham ediyorlardı.
‘Derin devlet’in tasfiyesini değil ama yeniden organizesini amaçlayan bir tadilatı ‘tarihsel milat’ ilan ettiler.
Sonrası biliniyor... Bu hayaller ve tezlerin sefaleti...
İktidar oyunlarından demokrasinin zerresinin çıkmayacağını gösterdi hayat. Ahmet Altan’ın, “Demokratik devrim yapıyorlar” dediği İslamcıların bir kesimi, ‘sivil toplum hareketi’ maskesini atarak bir acayip askeri darbeye kalkıştı ve yenildi. Diğer kesim ise Ahmet Altan’ı hapsetti! ‘Ergenekon davasının savcısıyım’ diyen Erdoğan ile davanın sanıklarının ‘kökten’ kısmı da aynı frekansta, aynı hizada bugün.
Ergenekon operasyonlarını ‘tarihsel milat’ diye selamlayanların iflası ile Ergenekon davasının bitirilmesinden ‘şükür ki ulusal devletimiz tertemiz’ sonucunu çıkaranların yerçekimsizliğini bir madalyonun iki yüzü olarak görmek gerekiyor.
Yine, bugün milliyetçilik ile ırkçılık arasında kulaç atmayı solculuk ve elbette ‘anti emperyalizm’ sayanların fütursuzluğunu da bahsettiğimiz liberal sefaletle birlikte anlamlandırmak lazım.
Evrensel'i Takip Et