3 Ağustos 2019

Ekonomi üzerine düşünmek bu denli zor mu?

Her toplu sözleşme döneminde içim sızlıyor. Devlet temsilcileri yavaş ve devlet erkanına yakışır pozlarla(!) emekçilere verilecek her zammın kendilerini de mutlu edeceğini gözyaşlarını içeri akıtarak söyledikten sonra, ancak olanakların elvermediği gerekçesi ile emekçileri, elektriğe, doğal gaza ve sair kamu üretimi ürünlere yapılan zamların yarısından da düşük bir orana razı etmeye çalışırlar. Devlet baba böyle bir şeydir, emekçiye!

İşverenler cephesinde manzara hemen farklılaşıyor. Bir kere işverenler devletle pazarlık yapmıyor, konuşuyor. Demek ki, işverenler devlet ile eşit düzeyde ya da onlar kendilerini öyle görüyorlar. Emekçilerin alın terini kâr diye mülklerine geçiren patronlar, kendilerine sosyal emanet olması gereken bu fonları basiretli iş-insanı gibi de kullanamamaktadır. Kurdukları verimsiz sanayide Suriyeli sığınmacıları merdiven altı sistemle çalıştırıp hem Suriyelileri hem de bizim emekçileri katmerli sömürür. Devlet baba böyle bir şeydir, patrona!

Peki, bu grupları bir de seçmen hesabına dökelim. Acaba ülkede patronlar mı çoğunlukta, yoksa emekçiler mi? Bir şekilde kafamızda beliren rakamlara göre seçim sonuçlarına bir bakalım, farklı kesimlere göre farklı görülen devlet babaya oy sandığı nasıl böyle merhametli davranabiliyor acaba?

Kapitalizm emekçiyi “emek gücü” olarak görüp, onun adale gücünü ya da becerisini belirli süre için bedeli karşılığında alıp, makine gibi kullanır. Yani, patrona göre emek de bir tür sermayedir. Ona ödenecek para, yani ücret çok da insani ihtiyaçlara göre değil, sadece ertesi gün işe gelip çalışmaya koyulabilecek şekilde saptanır. Emekçi de, arkada bekleyen işsiz ordusu korkusundan bu durumu ister istemez kabule yönelir.

Peki, bu durumda, bir yandan genel verimlilik düşük, bir yandan Suriyeli sığınmacılar inanılmaz olanaklar sunmakta, hatta yoğun işsizlik de varken, emekçiye daha yüksek ücret ödenebilir mi? Bu sorunun yanıtı sistem mantığında yatmaktadır. Sistem mantığına girildiğinde, niçin doğa bu denli tahrip edilmektedir; niçin bazı anlamsız ürünlere enerji ve kaynak tahsisi yapılmaktadır; üretimde nasıl bu denli verimsiz metotlara sürüklenildi vb. gibi bir dizi soru akla gelmektedir. Fakat bugünkü konumuz böylesi sorunlarla ilgili değil.

Bugünkü konumuz ekonomik dengesizlikle ilgili. Ülkenin genel varsıllık düzeyi orta hallidir, yaklaşık 10 bin dolar düzeyindedir. İşte bu noktada hemen duralım ve şu soruyu soralım, hangimizin geliri bu düzeydedir. Çoğumuzun geliri bu düzeyin altında ise, demek ki bazılarının geliri bu düzeyin çok üzerindedir. Yüksek gelirlilerin kimler olduğunu biliyoruz. Genel ekonomi düzeyimizin bu olduğu koşulda dahi, bazı şeyler daha akılcı ve insani şekilde çözülebilir mi? Diğer bir deyişle, kısa dönemde de yapılacak bazı şeyler olabilir mi?

Hal böyle ise niçin söz konusu yapılacak şeylere hiç yönelemiyoruz. Yönelemiyoruz, çünkü kapitalist sistem bir “tahterevalli” oyunudur. Bazıları aşağıda olduğu için bazıları yukarıdadır. Aşağıdakilerin yukarıya çekilmesi yukarıdakilerin de aşağıya itilmesine bağlıdır. Eğer çözüm böylesi bir değişikliğe bağlı ise, o halde bu değişikliği hemen yapalım, ne duruyoruz?  İşte burada karar meselesi ile karşılaşıyoruz. Bu aşamada iç içe iki sorun karşımıza çıkıyor. Birincisi, kısaca özetlenen sorunu kökünden çözmek olanaklı mıdır; ikincisi ise, kararı kim verecektir? Birinci sorunun yanıtı burada konumuz değil, çünkü sorunun kökten çözülmesi sistem değişikliğini gerektirmektedir. İkinci soru tam da konumuzdur ve samimi duygularla hem kendimize hem, hatta hem de siyasi kadrolara hizmeti amaç ediniyorsak, bu sorunu mutlaka çevremizle düşünüp, kararlı bir şekilde çözmek durumundayız, hatta gidişat vahim olduğundan, buna mecburuz. Peki, nasıl çözebiliriz? Hem çok basit, hem de çok zor. Siyasi erkin toplumla ilişkisi sadece ve sadece ekonomi bağlamımdadır. Ekonomik konular ve sorunlar dışında kutsal duyguları sömüren siyasiler samimi değildir ve hatalarını böylece kapatmaya çalışmaktalar. Siyasi partiler ölümcül aşkla desteklenmez, ancak halka sunduğu ekonomik olanaklarla desteklenir. Ekonomi böyle giderken, bu politikaları kuran ve uygulayanları destekleyenlerin hiçbir konuda şikayet etmeye, patronundan yüksek ücret, devletten yüksek maaş zammı istemeye hakkı yoktur.  

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Çocukları öğüten çark

Çocukları öğüten çark

Yoksulluğun pençesindeki ailelerin çocukları tüm dünyada acımasızca emek piyasasına çekilirken, Türkiye kapitalizmi bu konuda en önde koşuyor. Çarklar köle koşullarında dönsün diye devlet gücünü seferber etmekten geri durmayan iktidar, milyon milyon işçileştirdiği çocukların da uzun ve ağır çalıştırılmasına, onlarcasının ölüme sürüklenmesine göz yumuyor.

2.3 milyon çocuk MESEM kapsamında günde 8-10 saat çalışıp ustalık belgesi aldı

15-17 yaş grubundaki neredeyse her 4 çocuktan biri çalışma hayatında

71 çocuk 2024'te çalışırken hayatını kaybetti

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
16 Şubat 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et