Üretim, ama hangisi?
Fotoğraf: Envato
Ekonomik krizden kaynaklanan sorunlar her geçen gün biraz daha büyüyor. Küçülen ekonomi, işsizliğin yaygınlaşması, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, bunlara eşlik eden durgunluk vb. Kriz derinleştikçe mevcut ekonominin nasıl değişmesi gerektiği üzerine gerek partilerden, gerekse de kişilerden program ve çözüm önerileri de peş peşe geliyor. Bu önerilerden bazıları devletçiliği, bazıları “üretim ekonomisini“, bazıları da Asya veya Avrasya ile bütünleşmeyi içeriyor.
Bu önerilerin ortak paydası mevcut sermaye düzenini sorgulamaması, çözümü kapitalist sistem içerisinde aramalarıdır. Kurtuluş ve çıkış diye önerdikleri yol ve yöntemler ise bugün hemen hemen dünyanın her ülkesinde değişik biçimlerde uygulanmaktadır. Büyük emperyalist devletlerin hemen her birisi ciddi birer üretim ülkeleridir. Devletçilik, yani kamu sektörü bazı ülkelerde halen ciddi bir paya sahiptir. Devletçilik ve özelleştirmeler sermayenin ihtiyaçlarına göre yerlerini birbirlerine bırakarak uygulanıyor. Bütün bunlara rağmen kapitalist sistem krizlere düşmekten kurtulamıyor, her bir ülke kendi üretimini daha fazla satmak için, ham madde ve enerji kaynaklarını denetlemek için bir diğerinin gırtlağına çöküyor.
Bir an için Almanya’nın, Çin’in, Japonya’nın, ABD’nin vb. ihracat yapamadığını, iç pazara mahkum olduklarını düşünelim. Bu durumda bu ülkeleri bekleyen aşırı üretimden kaynaklanan ekonomik krizdir. Çünkü bu ülkeler aşırı üretimlerini dünya pazarlarına satarak eritmekte, ekonomilerini buna göre düzenlemektedirler. Bütün bunların başka bir anlamı da, tek tek ülkeleri vuran aşırı üretim krizlerinin dünya ölçeğinde genişleyerek geçerliliğini sürdürmesi, bunun sonucu olarak pazarlar için mücadelenin daha da sertleşmesidir. Kâr amaçlı, sermayenin çıkarları için yapılan üretimin doğal sonuçları bunlardır.
İçinden geçtiğimiz dönemde büyük devletler arasında ticaret savaşları ile başlayan sürecin birbirlerinin mallarına yüksek vergiler koyma, karşı taraftan ithalatı sınırlandırma gibi yöntemlerle devam ettiğini gördük. Var olan anlaşmazlıkların üzerine yenileri eklendi, karşılıklı silahlanma yarışı hız kazandı. Ama sadece kendileri silahlanmıyorlar, diğer devletlere de bol miktarda silah satıyorlar. Dünya adeta bir barut fıçısının üzerinde oturuyor.
Bütün bunların kapitalist sistemin gelişip egemen olmasıyla, bu sistem içerisinde mali sermayeyi ve üretimi çekip çeviren tekellerin emperyalizmin temel direkleri haline gelmesiyle doğrudan ilişkisi bulunmaktadır. Yani bütün bu olup bitenler kapitalist sistemin doğal sonuçları ve ulaştığı aşamanın zorunlu ürünleridir. Bu aynı zamanda şu anlama gelir ki, kapitalizm olsun ama krizler, bunalımlar, savaşlar, açlık ve yoksulluk olmasın demek boş hayal kurmaktır. Bu yağmur yağsın ama ıslanmayalım, soğuk olsun ama üşümeyelim demek gibidir.
Bu nedenle gerek büyük emperyalist ülkelerde, gerekse de Türkiye gibi bağımlı ülkelerde mevcut krizlere karşı düzenin sınırları içerisinde kalarak yapılan her öneri, bu çerçevede yapılan her değişiklik sonuçta çözümsüzlüğe mahkumdur. Emperyalist ideologlar, emperyalist şefler kapitalizmin büyük krizlere girdiği her seferde irili ufaklı bir kaç ülkenin yıkılması, ekonomilerin harap olması ile kapitalist krizlerin geçici olarak “aşıldığını” çok iyi bilirler ve en saldırganlar bunun zorunlu olduğunu açıkça dile de getirirler.
Bugün bütün bunlardan sermaye düzeninin yıkılması, sömürüsüz, sınıfsız bir toplum kurulması ile yani sosyalizmle kurtulunabileceğini söylemek, geniş çevreler tarafından boş hayal kurmak olarak yorumlanıyor. Tabii bunun kolay olduğunu sınıf mücadelelerini, tarihsel tecrübeleri bilen ciddi hiç kimse ileri sürmüyor. Bunun için mücadele etmek iradi bir sorun olsa da, sosyalizmi hemen getirebilmek iradeye bağlı bir sorun değil. Böyle bir topluma ulaşmak işçi sınıfının, emekçi halkın bugünkü uzlaşmaz maddi çelişkileri uzun ve kendi deneyimlerine dayanan zorlu mücadeleleri çözmek istemeleri gerekir.
Ülkemize ve dünyanın çeşitli ülkelerine baktığımızda görüyoruz ki, ne işçi sınıfının, ne emekçi halkların, ne de bu değişimin zorunlu olduğuna inananların mücadelesiz geçen tek bir günleri bulunmuyor. Bütün belirtiler gösteriyor ki, emperyalist kapitalist sistemin çelişkilerinin keskinleştiği, buna karşı verilen mücadelelerin daha da sertleşeceği bir döneme girilmiş bulunuluyor. Elbette bu mücadeleleri net bir hedefe, kesin bir kurtuluşa bağlamak için süren çabalar da sürüyor. Bu yönde en küçük bir çabanın bile boşa gitmeyeceği kesindir. Ama nihai kurtuluş için daha fazla çaba, daha fazla yetenek, daha fazla öngörü, nesnel durumun doğru tahliline dayanan, kitleleri birleştirebilecek açık, net politika ve taktikler gerekiyor. Bunlar olduğunda hiç kuşkusuz yol biraz daha kısalacaktır.
- Ücret asgari, yaşam sefalet 13 Aralık 2024 05:40
- Genel grev ve direnişi gerçeğe dönüştürmek için 06 Aralık 2024 06:15
- Birleşik ve genel mücadele için 29 Kasım 2024 06:55
- Siz ne diyorsunuz? 22 Kasım 2024 05:31
- Gelişmelerin anlamı üzerine 15 Kasım 2024 05:25
- Direnerek kazanmak 08 Kasım 2024 11:13
- Elde ne var? 01 Kasım 2024 05:05
- İktidara ve düzen partilerine güvensizlik 25 Ekim 2024 15:00
- Dışa karşı cephe, içe karşı cephedir 18 Ekim 2024 05:06
- Muhalefet sorunu 11 Ekim 2024 05:27
- ‘İç cephe’ kimlere karşı güçlendirilecek? 04 Ekim 2024 04:53
- Sorumluluk sizde 27 Eylül 2024 05:37