Okullar açık mı?
Okullar açıldı. Okullar açıldı. Defter, kalem satılık, kitap satılık...
Okullar açıldı. Okul servisi, yemek, etüt, üniforma, daha neler, neler satılık. Okulun içinde neler olduğu pek önemli değil. Önemli olan satışlar, önemli olan paranın akması. Her yıl böyle. Sektör böyle. Okullar ne kadar ticarileştirilirse, satışlar o kadar bol olacak. Gönderilen duyuruların, reklamların sayısı belli değil. Okullar bu denli ticarete batmış, yani batırılmış durumda...
Okulların açılması aslında önemli değil. Okulların nelere açık olduğu önemli. Her yıl yinelenen satış ve açılış gürültüsü bir yana, gerçekten okullar nelere açık? Okula giden pırıl pırıl çocukların önüne konulanlar neler? Okullar gerçeklere açık mı?
Pırıl pırıl ile okula baştan aşağı donatılmış, her açıdan parlatılmış olarak gönderilen çocuklardan söz etmiyorum. Pırıldayan çocuklar parlatılmış olmak zorunda değil. Aklıma hemen yıllar önce, okulların açıldığı hafta, çalışmalar yaptığımız bir okul geliyor. Bu okul, İstanbul’un kıyısında, yoksul çocukların okuduğu bir ilkokuldu. Ankara’da okuduğum ilkokula benziyordu.
Girişte, kapıya yakın bir sıraya oturmuş üç çocuk vardı. Biraz meraklı, biraz da çekinik gözlerle ortamdaki koşuşturmacaya bakıyorlardı. Biraz dikkatli bakan gözler, onların okula yeni başlamış çocuklar olduğunu çıkarabilirdi. Oturdukları sıra onlar için yüksekti çünkü henüz ayakları yere değmeyecek kadar küçüklerdi. Onlar okulun yeni öğrencileriydi. Pırıl pırıl gözlerle okula başlayan öğrenciler. Onlar ve onlar gibi okula yeni başlayan on binlerce çocuk pırıl pırıldı.
Onlara sunulan müfredat ve eğitim anlayışı ise pırıl pırıl değildi. Şimdi de değil. Köhnemiş, ticarete batmış zihniyeti uzun uzun anlatacak değilim. Tek adam rejiminin çocuklara ne yapmak istediğini artık çok iyi biliyoruz. Onu da anlatacak değilim.
Kafama takılan, tek adam rejimine karşı olan, kimi muhaliflerin takıldıkları. Bu yıl, okulların açılması dolayısı ile gönderilen reklam ve duyurular kadar bol olmasa da, çok fazla sayıda 30 Ağustos ve 9 Eylül duyuruları aldım. Bu duyuruların çoğunda eski milliyetçi çizgi yineleniyordu. Zafer, zafer, zafer... Kentin büyük kurtuluşu, büyük gün vb. Bayraklar, posterler... Yanan, yok olan İzmir; halklar ve acılar yok. Şanlı, tekçi tarih var.
Eski milliyetçi çizgiye alışmış ve inandırılmış olanlar için çocukların bu günleri iyi bilmeleri çok önemli. Ezberler güçlü olmalı. Eski resmi ideolojinin bütün ezberleri yüzlerce kez söylendiğinde, yıllarca yinelendiğinde çocuklar bir şeyler öğrenmiş, önemli bilinç edinmiş olacaklar. Tıpkı “yeni Türkiye” rejiminin ezberlerinde olduğu gibi. Bol bol dua, bol bol marş, “yerli ve milli” diziler. Sonuç tarih bilinci, yani ezberi güçlü kuşaklar.
Okulların nelere açık olduğu tam da bu bağlamda önemli. Geçmişte okullarda nüfus mübadelesi işlenmiyordu. Bugün de öyle. Halkların varlığı, halkların tarihleri, ya da halkların bir arada, barış içinde yaşaması eskiden de ele alınmıyordu, bugün de alınmıyor. Tarihin savaş, fetih ve zaferler ile anlatılması ile halklar, sınıflar, haklar ve barış çerçevesinde anlatılması arasında dağlar kadar fark var. Haydi, daha da basitinden söyleyelim. Tarihin acılar ve acıları çekenler açısından yazılması ile, padişahlar, paşalar ve efendiler açısından yazılması aynı olabilir mi? Fetihlerin ve sarayların tarihi ile acıların tarihi bir olabilir mi?
Pırıl pırıl gözlerle okula başlayan çocuklar için pencereleri sıraları kitapları parlayan okullar değil, acıların anlatıldığı ve hissedildiği, sevinç ve barışın yaşandığı okullar gerekli. Mübadelenin, İzmir’in yok oluşunun yok sayılmadığı; makinalara kapılan, panzer altında kalan çocukların akıldan çıkmadığı okullar. Bu okullar olmadığı, acılar ciddiye alınmadığı sürece okulların açılması ancak ezberlerin sürmesi anlamına gelebilir.
Evrensel'i Takip Et