19 Eylül 2019

Suriye rejimi Kürtleri neden düşman ilan etti?

Ankara’da 16 Eylül’de yapılan Erdoğan-Putin-Ruhani zirvesinin hemen öncesinde Suriye yönetimi BM’ye dikkat çekici bir mektup gönderdi. Mektupta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) “ayrılıkçı terörist milisler” olarak tanımlanıyor ve “Uluslararası koalisyonun Suriye halkına karşı işlediği suçlara ortak olmak”la suçlanıyor. SDG tarafından yapılan açıklamada ise, Suriye yönetimine “Düşmanca tutum almak yerine diyalog yolunun benimsenmesi” çağrısı yapılıyordu.

Esad yönetiminin daha önce “Terörist gruplara karşı mücadele eden vatansever bir güç” olarak kabul ettiği SDG ile ilişkilerinin, SDG’nin ABD ile sürdürdüğü iş birliği nedeniyle bir süreden beri gergin olduğu biliniyordu. Ancak BM’ye gönderilen mektupta SDG ilk kez “terörist” ve “düşman” ilan edilecek kadar sert bir dille eleştiriliyor.

Öyleyse soralım: Ne oldu da Suriye rejimi Kürtleri ‘terörist’ ve düşman ilan ediyor?

Öncelikle Suriye yönetiminin BM’ye gönderdiği mektubun zamanlamasının rastlantı olmadığını belirtmek gerekiyor. Çünkü Ankara zirvesi öncesinde Suriye yönetimi ve müttefiklerinin (Rusya ve İran) İdlib konusundaki duruşu zaten belliydi. Bu duruş zirvenin sonuç bildirgesine “Nusra Cephesi, el Kaide, IŞİD ve diğer terör oluşumlarının tamamen ortadan kaldırılması amacıyla iş birliğinin sürdürülmesi” biçiminde yer aldı. Zaten Putin de zirveden sonra yaptığı açıklamada “Terör tehdidini yok etmek için Suriye rejimine destek vermeyi sürdüreceklerini” söyledi. Dolayısıyla Erdoğan yönetiminin Soçi mutabakatında İdlib’in cihatçı gruplardan temizlenmesi konusundaki taahhütlerini yerine getirmemesi karşısında Suriye yönetimi ve müttefikleri İdlib’deki cihatçıların tasfiyesi konusundaki kararlılıklarını her fırsatta ortaya koyuyorlar.

Suriye yönetimi ve müttefikleri için Suriye’nin geleceğiyle ilgili en büyük belirsizliği Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumu ve Kürtlerin burada ABD ile sürdürdükleri iş birliği oluşturuyor. Suriye yönetiminin BM’ye mektubu bu konuda dengeleri kendi lehine çevirme konusunda bir arayışa işaret ediyor.

Suriye yönetimi, Fırat’ın doğusunda ‘güvenli bölge’ konusunda ABD ve Türkiye arasındaki mutabakatı “uluslararası hukuka aykırı ve Suriye’nin egemenlik haklarına bir saldırı” olarak görüyor. Rusya ve İran bu kadar net bir tutum ortaya koymasalar da Türkiye ile ABD arasındaki mutabakattan rahatsızlık duyuyorlar.

Tam bu noktada Suriye yönetiminin BM’ye şikayet mektubu aslında Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumunu bir tehdit olarak gören Erdoğan iktidarına iş birliği çağrısı olarak anlam kazanıyor. Çünkü ABD’nin Erdoğan yönetimine kabul ettirdiği ‘mutabakat’ Kürtlerin Fırat’ın doğusundaki egemenlik alanlarını kısmen sınırlasa da Kürtleri de güvence altına almaya dayanıyor. Oysa Suriye’deki Kürt oluşumunu ülke içinde Kürt sorununda uyguladığı politika için bir tehdit olarak gören Erdoğan yönetiminin gönlünde yatanın Kürt oluşumunu ortadan kaldırmak olduğu bir sır değil. Bu nedenle Erdoğan, ABD ile yaptıkları mutabakattan sonuç çıkmazsa kendi planlarını devreye sokacaklarını söyleyerek ABD üzerinde baskı oluşturmaya çalışıyor. Ancak Suriye’nin geleceğiyle ilgili pazarlıklar ve bölgesel egemenlik mücadelesi bakımından Kürtlerle iş birliğine ihtiyaç duyan ABD, Kürt oluşumunu ortadan kaldıracak değil; aksine Kürtler ile Türkiye’deki iktidarı kendi stratejisinde birleştirecek bir mutabakatı dayatıyor. Ve bugün Erdoğan yönetiminin ABD’ye rağmen Fırat’ın doğusuna tek taraflı operasyon yapması, yapılan açıklamalara rağmen öyle kolay görünmüyor.

İşte Suriye yönetimi, bugünkü koşullarda ABD’den istediğini alması mümkün görünmeyen Erdoğan iktidarına kendisiyle iş birliği seçeneğini sunuyor. Ankara zirvesinde İran Lideri Ruhani’nin ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve Ankara ile Şam yönetimleri arasında 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’nın uygulanması çağrısı da bu seçeneğin yaşama geçirilmesi yönünde yapılmış bir çağrı olarak anlam kazanıyor. Daha önce ocak ayında Putin tarafından gündeme getirilen bu mutabakata göre bugün sınır güvenliği ve egemenliğinin Suriye rejimine devredilmesi ve Türkiye’ye 5 kilometrelik operasyon yetkisi verilmesi öngörülüyor. 

Toparlamak gerekirse, Suriye yönetiminin zamanlaması Ankara zirvesinde Erdoğan-Putin-Ruhani arasındaki pazarlıklardan bağımsız olmayan BM’ye mektubu ve bu mektupta SDG’nin “terörist” ve “düşman” ilan edilmesinin iki yönlü bir hesabın parçası olduğu söylenebilir.

Birincisi, Erdoğan iktidarının ‘güvenli bölge’ konusunda ABD ile yaptığı ancak beklentilerini karşılamaktan uzak olan mutabakattan vazgeçirilerek Adana Mutabakatı’nın uygulanmasına ikna edilmesi ve dolayısıyla Suriye yönetiminin muhatap alınacağı ve ABD’nin elinin zayıflatılacağı bir seçeneğin yaratılması. İkincisi de Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna müdahale arayışlarının Kürtler üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanılması ve bu baskı ya da Türkiye ile olası iş birliği üzerinden Kürtlerin sınırları rejim güçlerine devrederek rejimle uzlaşmak zorunda bırakılması.

Suriye yönetiminin BM’ye mektubu ve bununla birlikte düşünülmesi gereken görüşme ve pazarlıkların hangi sonuçlara yol açacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak şunu şimdiden söyleyebiliriz ki, bölgedeki rejimlerin Kürtlerin demokratik istemleri karşısında baskı politikalarına sarılıp düşmanlaştırıcı bir tutum takınmaları, en çok emperyalistlerin bu sorunu çıkarları doğrultusunda kullanmalarına hizmet ediyor.

Evrensel'i Takip Et