10 Ocak 2020 00:35

Onlar için asıl tehlike

Fotoğraflar: Pixabay

Paylaş

Ortadoğu’nun pek çok ülkesi son zamanlarda halk hareketleri ile sarsılıyordu. Irak, Lübnan gibi ülkelerdeki hareketin öne çıkan özelliklerinden birisi, emperyalizmin ve bölge gericiliğinin halklara dayattığı mezhep ayrılığı üzerinde yükselen sistemlere isyan etmeleri, her mezhepten halkın birleşik muhalefetinin gelişmeye başlamasıydı. Bu durumun bölgeye dışarıdan müdahale eden, başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalistleri, bunlarla iş birliği içinde olan, olmayan bölge gericilerini rahatsız etmesi ve onların bu gelişmeyi kendileri için tehdit olarak görmeleri kaçınılmazdı.

İran’da halk kitlelerinin muhalefeti ne zaman canlanmaya yüz tutsa ABD’den “muhalefeti destek” açıklamasının gelmesi hiç gecikmiyor. Emperyalistlerin mücadele eden halk kitlelerinin hareketine destek açıklamalarının, onların hareketine zarar vereceğini, onlar arasında kargaşa ve güvensizlik yaratacağını bilmemeleri olanaklı mı? Elbette olanaksız. Böylece yerli gericiliğin halk hareketlerini “iş birlikçiler ve hainler” olarak damgalamaları, onların mücadelesini kan ve ateşle bastırmalarının önü daha fazla açılmış oluyor. Kuşkusuz bu manevralar kitlelerin hareketini ve uyanışını geçici olarak geri atabilir ama, bu hareketlerin daha donanımlı ve kararlı ilerlemelerini engelleyemez.

ABD’nin korsanca bir suikastla, Irak’ta, bölgede faaliyet gösteren İranlı bir generali öldürmesi ve ardından İran’ın ABD’nin Irak’taki üslerini vurması bir anda bölge ve dünya halklarının “büyük bir savaşa mı gidiyoruz” endişesine kapılmasına yol açtı. Ardından da her iki ülkeden gelen açıklamalar ilginçti. ABD ve İran “görüşmeye hazır olduklarını” açıkladılar ve ABD bu yönde Birleşmiş Milletler’e “İran’la ön koşulsuz görüşmeye hazır olduklarını” belirten bir mektup bile yolladı. İran Dış İşleri Bakanı da “BM sözleşmesine göre orantılı karşılık haklarını kullandıklarını” açıkladı. Kuşkusuz konuşmak savaştan daha iyidir!

Şimdi konu hakkında bazı noktaları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. ABD bölgeye dışarıdan müdahale eden bir güçtür ve bölge haklarının ve müdahalelere hedef olan ülkelerin ABD’ye karşı mücadelesi haklı ve meşru bir mücadeledir. İran’da bu mücadeleyi ambargolara ve tehditlere karşın yıllardır veriyor. İran’ın kendi ülkesini savunma ve ABD’ye karşılık verme hakkı tartışılmazdır. Ama olup bitene bakıldığında şunu görüyoruz: İran’da kendi toprakları dışında bir mücadele yürütüyor ve son olup bitenler İran toprakları dışında gerçekleşiyor. ABD’de “büyük düşmanı” İran’a İran topraklarında değil de başka bir ülkenin topraklarında saldırıyor!

Peki bu saldırılardan önce Irak’ta neler oluyordu? Irak’ta bir halk hareketi gelişiyor, hatta Iraklı Şiiler Kerbela ve Necef gibi Şiiler açısından kutsal sayılan yerlerde bile İran’a karşı güçlü gösteriler yapıyorlardı. Kısacası Iraklılar Şiisiyle, Sünnisiyle birleşerek kendi kaderlerini kendi ellerine almaya doğru adımlar atıyorlar, ABD’nin de ülkeden çıkmasına yönelik talepleri seslendiriyorlardı. Şimdi bütün bunlar bir süreliğine geri atıldı. ABD emperyalizmi ve bölge gericilikleri “herkesin kendi koyunlarını gütmesi” konusunda zımni bir anlaşmayı yeniden perçinlediler. ABD bölgeye dışarıdan müdahale etmeye devam edecek, bölge gericilikleri de halkları sopayla yönetmeye devam edecekler! Olup bitenin özeti bu.

Ama gerek bölgede gerekse de dünyanın farklı bölgelerinde, işlerin sürgit böyle devam edemeyeceğini ortaya koyan belirtiler bir süredir güçlenerek kendilerine bir yol açmaya çalışıyor. Antiemperyalist mücadele kendi doğal tabanına oturmaya doğru ilerliyor. Özellikle Ortadoğu halklarında emperyalizme ve dış müdahaleye karşı mücadelenin, kendi gericilerine karşı mücadeleden ayrılamayacağına ilişkin bilinç giderek güçleniyor. Latin Amerika halklarının bu konuda biraz daha ileride oldukları görülüyor. Fransa’daki işçi ve emekçi mücadelesi farklı ülkelerdeki işçi ve emekçilere, ilerleyecekleri yön konusunda yeni bir perspektif açıyor.

Kısacası dünya kan ve ateş içinden geçerek yeni bir geleceğe doğru ilerliyor. Bu geleceği kurma konusunda sömürücü egemen sınıfların, onların devletlerinin işçi ve emekçi halkların önüne, aslında tüm insanlığın önüne, hiçbir olumlu değer, umut verecek hiçbir gelişme koyamayacağı artık daha iyi anlaşılıyor. İşçi ve emekçi kitleler kendi kaderlerini kendi ellerine almak zorundalar. Bu zorunluluk onlara zaten dayatılmış durumda. Sadece son dönemlerde bu zorunluluğun gerekçeleri kendilerini daha ağır biçimde dayatıyor.

Evet olup bitenlere bakıldığında her tarafta kan, ateş, savaş, kargaşa vb. görünüyor. Emperyalist şefler ne kadar hızlı ve tahripkâr yeni silahlar ürettiklerini, dakikalar içinde düşmanlarını vurma yeteceği kazandıklarını, güçlü ordular donattıklarını göğüslerini şişirerek ilan ediyorlar. İşbirlikçi egemen sınıflar ise onların yolundan giderek varlıklarını sürdüreceklerini çok iyi biliyorlar, bir gün onlar gibi olmanın hayallerini kuruyorlar. Ama bu kan ve ateş denizinin ortasından yeni bir dünya doğacak. Barışın, kardeşliğin, sınıfların ve sömürünün olmadığı bir dünya olacak bu dünya. Hiçbir gerici gelişmenin insanlığın bu yürüyüşünü engelleyemeyeceğini göreceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa