‘Gariban bekçiler’ meselesi
Kirvem,
Bir vakitler ülkemizi kendilerince bir nevi gecekondu diyarlarına çevirip, buraları mekan edinmeyi düşleyen, bunun rüyalarıyla yatıp, hülyalarına kapılan “yedi düvel”i, bu kefereleri, bu gavurun döllerini geldikleri yerlere kışkışlayıp, bir kısmını denize döküp, ardından da kanla, irfanla sil baştan temelini atıp, harcını kardığımız bu ecdat yadigarı topraklarda; milli misakımızın milli yemini eşliğinde yaşamaya başladığımız günler hayli gerilerde kaldı...
Sonra?..
Sonra, yaklaşık bir asır önce on üç milyon nüfusumuzla yola çıktığımız cumhuriyet döneminde; memleketimizi, yurdumuzu demir ağlarla örüp, çoğunluğu okuma yazma bilmeyen, mektep medreseden bi'haber olan halkımızı eğitmek için birbirinin peşinden devreye soktuğumuz “inkilap” kanunlarının yanı sıra, keza “Köylü milletin efendisidir” düsturundan yola çıkıp, ardından da “muasır medeniyet” denen o esrarengiz kapının tokmaklarını, şakşakolarını, zillerini tüm gücümüzle çalmaya başladık...
Aslında bir kısmı çoktan “öte taraf”ı boylamış, kimileri bizatihi yaşadığı o günleri iyi kötü anımsayan vatandaşlarımızın önemli bir kesimi de, ilkokuldan itibaren tarih kitaplarından okuyup satır satır ezberledikleri bu konuların zaten yabancısı değilken, öte taraftan ben özüm şimdi durup dururken acaba hangi tozlu tamburun tellerine niçin takılıp, hangi şarkının nağmelerini acemice tıngırdatmaya soyundum, bunu gerçekten bilemiyorum!
Ancak, bu bapta yine de en halisane, en “kalbi” duygularımla niyetimi belirtmem gerekirse; özetle diyeceğim şu ki, hepsi de birbirinden lezzetli “yerli ve milli“ üzümlerimizden mesela Papazkarası, örneğin Öküzgözü, Vasilaki, Kalecik karası, Boğazdere ya da yerli ve milli olmayan Cabernet, Sauvignon, Syrah, Merlot gibi üzümleri afiyetle mideye indirmek veya bunlardan hazırlanmış enfes şarapları lıkır lıkır içmek varken, bunun yerine illa da maraza çıkarıp “bekçi” dövmeye kalkışmak, amiyane deyimiyle salakça bir tutum olacağına göre, o zaman bu huyumuzdan vazgeçmemiz kesinlikle şart!
Çünkü şimdilerde seksen milyonu aşkın nüfusumuzun zaman tüneli boyunca gelip dayandığı şu günlerde aynalardan yansıyan memleket manzaralarına bakıldığında; yine görünen o ki, üzüm yemekten ziyade nedense hep bekçi dövmekten yana tavır aldık, alıyoruz...
Nitekim iktidar koltuğuna oturduktan sonra ülkenin gidişatına, halkın yaşamına kendi fıtratlarınca yön verip, kalıp uydurmak için kollarını sıvayan “muktedir”lerin bitip tükenmeyen niyetlerine bakılırsa; anlaşılan o ki, kendileri ham hum şaralop nakaratı eşliğinde üzümleri lüplerken, beri taraftan gerek zihnen, gerekse fiziken hemen her fırsatta sudan bahanelerle bekçi dövmeye odaklandıkları için, bu kırtıpil alemde, şu kaçı kırık dünyada huzur, hep Kaf Dağı’nın ardında kalırken, diğer taraftan bunun ceremesini, isot kıvamındaki acı faturasını ne yazık ki her defasında “gariban bekçiler“ ödüyor Kirvem!
Evrensel'i Takip Et