26 Mayıs 2020 00:47

İktidar Kürtlerin mezarlarından ne istiyor?

Saldırıya uğramış bir mezar

Fotoğraf: MA

Paylaş

Cumhuriyetin ilanından sonra ulusal varlıkları ve hakları yok sayılan Kürtlerin bu politikaya karşı geliştirdikleri direniş hareketlerinden biri de Ağrı isyanıydı. 19 Eylül 1930’da Milliyet gazetesinde yayımlanan bir karikatür, devletin bu isyana ve diğer Kürt isyanlarına karşı tutumunun bir özeti gibidir: Ağrı Dağı’nın bir mezar gibi çizildiği karikatürde mezarın tepesine dikilen mezar taşında “Muhayyel (hayali) Kürdistan burada meftundur (gömülüdür)” yazıyordu.

Cumhuriyetin ulus-devlet politikaları üzerine inşa edilmesi, kuruluş/kurtuluş sürecinde iki kurucu unsurdan biri olarak kabul edilen Kürtlerin isyanlarına neden olmuş ve ‘genç cumhuriyet’ bu isyanları kanlı bir biçimde bastırma yoluna gitmişti. Ancak o dönem isyancıların gömülmesiyle Kürtlerin ulusal-demokratik istem ve özlemlerinin de gömülebileceği zannediliyordu.

Aradan 90 yıl geçti. Günlerdir Kürtlerin mezarlarına yönelik saldırı haberleri ile yatıp kalkıyoruz. Diyarbakır, Van, Hakkâri, Muş, Bingöl, Şırnak gibi kentlerde mezarlıklar tahrip ediliyor, mezar taşları kırılıyor. En son 2017’de Bitlis Garzan Mezarlığının yıkılmasından sonra buradan çıkarılan 282 cenazenin 261’inin İstanbul’daki Kilyos Mezarlığında kaldırım taşlarının altında plastik kutular içinde üst üste gömüldüğü ortaya çıkmıştı.

Bilindiği gibi 2013’te devlet ve PKK Lideri Öcalan arasında ‘görüşme süreci’ başlayınca çatışmalar sona ermiş ve toplumun geniş kesimlerinde barışçıl çözüm beklentisi oluşmuştu. İşte bu dönemde çatışmalı süreçte yaşamını yitiren PKK’lilerin cenazeleri gömüldükleri yerlerden çıkartılmış ve çeşitli kentlerde oluşturulan mezarlıklara gömülmüştü. Bitlis’teki Garzan Mezarlığı bu mezarlıklardan biriydi. Ancak ‘görüşme/müzakere süreci’, Erdoğan’ın başkanlık ve Suriye rejimini devirme hesabıyla uyumlu bir biçimde gelişmeyince “ortada masa yok” açıklaması gelmiş ve hızla yeniden çatışmalı sürece geri dönülmüştü. Ondan sonra da Lice’deki Sisê mezarlığı başta olmak üzere aynı dönemde kurulan 14 mezarlığın hepsi “terörle mücadele” adına devlet güçleri tarafından yıkıldı.

O günden bugüne sadece bu mezarlıklar değil; Kürtçe yazıların ve ulusal sembollerin olduğu bütün mezarlar aynı muameleye tabi tutuldu. Bazı yerlerde jandarma, aileleri arayıp Kürtçe mezar taşlarının kaldırılıp kendilerine fotoğraflarının atılmasını isterken bazı yerlerde ise, aileler beklenmeden bu mezar taşları kırılıyor. Geçen ay HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel, Silvan İlçe Jandarma Komutanlığının çatışmalarda yaşamını yitirenlerin ailelerini arayarak “Mezar taşlarını kıracaksınız, kırdığınız taşların fotoğrafını çekip bize göndereceksiniz. X, W, Q harflerini sileceksiniz” dediği iddialarını Meclis gündemine taşımıştı. Ama elbette mesele jandarmanın tutumundan ibaret değil; çünkü bu uygulamalar savcılıkların söz konusu mezar taşlarında “örgüt propagandası” yapıldığı kararlarına dayanıyor.

Bir iktidar neden mezarlıklarla, mezar taşlarıyla böylesine uğraşır? Bu mezarlıklarda/mezarlarda yatanların kimliği ne olursa olsun onlar artık bu dünyada olmadıklarına göre, yapılan bu muamelelerin anlamı nedir? Dahası mezarlar gidenleri değil; kalanları, onların ailelerini ilgilendirdiğine göre mezarlara/mezarlıklara yapılanlar bu ülkeye, bu ülkede yaşayan halklara ne kazandırır?

Olay şudur: Mezarlar/mezarlıklar, ölenlerin kalanlar tarafından sahiplendiğini gösterir. Kürt sorunundan kaynaklı çatışmalar, faili meçhuller ve yargısız infazlar nedeniyle bugüne kadar on binlerce insan yaşamını yitirdi. İşte ailelerin ölülerini böylesine sahiplenmesi, bu sorunu baskı ve şiddet politikalarıyla çözmede ısrar eden iktidarı fazlasıyla öfkelendiriyor. Çünkü sahiplenen her mezar, sorunun terör parantezine sıkıştırılmak istenmesine ve baskı-şiddet politikalarıyla çözüm arayışına karşı anneler, babalar, eşler, çocuklar, kardeşler tarafından verilmiş bir yanıt; uygulanan politikanın başarısızlığa mahkum olduğunu gösteren birer anıt olarak anlam kazanıyor. İktidarın her fırsatta savunduğunu söylemekle övündüğü dini-İslami kuralları, her türlü ahlaki-vicdani değeri yok sayarak bu mezarlara/mezarlıklara yönelişinin nedeni budur. Ancak asıl büyük yanılgı, bu mezarları ortadan kaldırarak ailelerin ve halkın sahiplendiği değerlerin de ortadan kaldırılabileceğini sanmaktır.

Kürt sorununda 90 yılda geldiğimiz yer, Ağrı Dağı’nın Kürtlere mezar olarak çizilmesinden artık Kürtlerin mezarlarının bile tehdit olarak görülmesidir. Gelinen yerde ısrar edilen politika, en çok halkların birlikte yaşama duygusunu tahrip etmektedir. 2017’de Garzan Mezarlığı yıkıldığında Evrensel Muhabiri Serpil Berk’e konuşan KHK ile kapatılan MEYA-DER (Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma, Dayanışma ve Kültür Derneği) Eş Başkanı Ayşe Dicle “Böyle devam ederse barış için tutacak el bulamayacaklar” derken tam da bu tehlikeye işaret ediyordu.

Anaların gözyaşını dindirmek için gerekirse baldıran zehri içmekten söz ederken bugün annelere çocuklarının mezarlarını bile çok görme noktasına gelenlere 2 bin 500 yıl önce savaşta öldürülen kardeşini gömdüğü için kral tarafından cezalandırılan Antigone şöyle sesleniyor: “Gömdüm kardeşimi, benim için bundan büyük ne şeref olabilir? Bu yurttaşlar da bana yürekten katılıyor, ama korkudan açamıyorlar ağızlarını. Ne mutlu krala, dilediğini söyleyebilmek bir onun ayrıcalığı.” (Sofokles-Antigone)

Bugün iktidar uyguladığı politikalara karşı çıkan herkesi “terör”, “vatan hainliği” gibi söylemler üzerinden baskılayıp susturmaya çalışsa da yaşamı savunmak için tıpkı Antigone gibi ölülere yapılanlara karşı çıkmak gerekiyor. Çünkü insanların ölülerini sahiplenme hakkına saygı duymadan ne bir arada yaşam savunulabilir ne de halkların demokratik bir geleceği birlikte kurması mümkün olabilir!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa