‘Gavurun dölü Kovid-19’ meselesi
Fotoğraf: Kadir Özen / DHA
Kirvem,
Malum olduğu üzere bir müddetten beri insanlık aleminin başına musallat olan belalı bir virüsün pençesinden kurtulmak için kaçacak delik arıyoruz...
Kimilerimiz, mega kentlerin, metropollerin giderek artan kalabalığından, İstanbul gibi salkım saçak büyüyen şehirlerin hırgüründen bunaldığımız için ilk fırsatta yalılarımızı, havuzlu villalarımızı terk edip, ardından da yaban ellerde, kuş uçmaz kervan geçmez diyarlarda, Nuh Nebi’den kalma şömineli, dayalı döşeli, salon salamanje “mağara”lardan birine kapağı atıp, “medeniyet” denen bu “tek dişli canavar”la aramıza “fiziki mesafe” koyup, böylece “ekmek elden, su gölden” lüksü içinde bu vartayı kazasız belasız atlatmaya çalışırken, diğer taraftan bu koşuşturmada yaya kalanlar, yani tüm sermayeleri kıytırık iki maskeden, bir şişe kolonyadan ibaret olan ”garip gureba” ordusunun kahir ekseriyeti de, öte tarafı boylamamak için kırk dereden su taşımakla meşgul...
Dünya alem, özellikle de, Hipokrat amcamızın torun ve torbaları olan bilumum tıbbiyeliler, “Kovid 19” adı altında seksen türlü kamuflajla ortalıkta cirit atan, fırsat buldukça bukalemun misali renkten renge, kılıktan kılığa dönüşen bu “iblis”in kökünü kurutmak için gece gündüz demeden etkili bir “derman” ya da “aşı” bulmak için mesai harcarken, şimdilik geldiğimiz bu noktada halimiz ahvalimiz, maalesef “Nanay gülüm nanay” havalarında...
Nitekim Çin diyarlarından ilk kez piyasaya çıkar çıkmaz hemen akabinde de dillere destan bu tarihi seddin yüksek duvarlarını elini kolunu sallayıp firar eden bu mendebur, bu hapishane kaçkını virüsle önceleri dalga geçip, “ti”ye alıp umursamazken, daha sonraları uğradığı tüm diyarlarda yavaş yavaş, siga siga, hedi hedi, gamatz gamatz ortalığı kasıp kavurunca, geç de olsa anladık ki, bu işin şakaya gelir yanı kesinkes yoktu...
Bir vakitler Orta Asya çöllerinden yola revan olan atalarımızdan bizlere miras kalan, giderek fıtratımızın olmazsa olmaz koşuluna dönüşen “Su uyur düşman uyumaz” deyiminden hareketle, hemen kollarımızı sıvayıp, tıpkı fi tarihinde yedi düvelle savaşıp, kimilerini denize döktüğümüz o meşakkatli günlerdeki gibi tüm atölyelerimizde bu kez “çarık” ya da “çorap” yerine rengarenk maskeler üretip, ardından da dünyaya sebilullah dağıtırken, bu arada kendi “yerli ve milli” vatandaşlarımızı bir gıdım belki ihmal ettik ama, bu vesileyle insanlık alemine her zamanki gibi “kötü gün dostu” olduğumuzu kanıtlayıp, dolayısıyla bunun gururunu yaşadık, yaşıyoruz elhamdülillah!
Vee şimdilerde gele gele nihayetinde gelip dayandığımız şu günlerde, bu iblisin, bu şeytan dölünün ümüğünü sıkmak bir yana, tam aksine sonbaharda, sararan yapraklarla birlikte daha da palazlanıp can yakacağını duydukça, ödümüz, korku belasına affedersiniz bilmem nemize karışırken, diğer cenahtan da milletçe tedbirlerimizi tabii ki ihmal etmiyoruz...
Mesela, maske takmayı umursamayıp, fiziki mesafeyi iplemeyip, sonra da “En büyük asker bizim asker” naralarıyla ortalığı velveleye verip, tıklım tıkış doluştukları arabaların tepesine horoz misali tüneyip, açık camlardan ellerindeki bayraklarla vart, vaart, vaaart korna sesleriyle birer trafik canavarı kesilen gençlerimizi askere uğurlamaktan hem vazgeçtik, hem de “tam takır kuru bakır” misali boşalan hazinemizi doldurmak için deve yüküyle ceza kesiyoruz...
Mesela Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürülmesinin ardından burada namaz kılmak için sabahın köründen itibaren polis barikatlarını tekmelerle devirip, bir nevi huruç hareketiyle meydanlara dökülüp, birbirlerini çiğneyip, itekleyip, dolayısıyla üzerine tir tir titrediğimiz “kamu düzeni”ni yer ile yeksan edenlerin yakasına, Merkez Bankasının belirlediği dolar kuru üzerinden ceza keser kesmez, hemen akabinde de zaten boş olan Sultanahmet veya Çamlıca’nın tepesinden son zamanlarda İstanbul’u seyreyleyen camilere yönlendirip, böylece tanrı adına verdiğimiz hizmetlerimizi aksatmamak için özen gösteriyoruz...
Sonra?...
Sonra, bu ve buna benzer vagonlar dolusu tedbirlerle dünya aleme bir taraftan bu bapta örnek olurken, diğer yandan da aldığımız bu dahiyane tedbirler yüzünden bundan kellim kendisine yaşam hakkı bulmayan, bulamayan gavurun dölü bu “Kovid 19” namlı virüsün ister istemez bizim diyarları boynu bükük halde terk edeceğini söylemeye artık bu saatten itibaren acaba gerek var mı, bilemiyorum Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30