15 Ağustos 2020 23:00

‘Gavurun dölü Kovid-19’ meselesi

Sokakta dolaşan insanlar

Fotoğraf: Kadir Özen / DHA

Paylaş

Kirvem,

Malum olduğu üzere bir müddetten beri insanlık aleminin başına musallat olan belalı bir virüsün pençesinden kurtulmak için kaçacak delik arıyoruz...

Kimilerimiz, mega kentlerin, metropollerin gide­rek artan kalabalığından, İstanbul gibi salkım saçak büyüyen şehirlerin hırgüründen bunaldığımız için ilk fırsatta yalılarımızı, havuzlu villalarımızı terk edip, ardından da yaban ellerde, kuş uçmaz kervan geç­mez diyarlarda, Nuh Nebi’den kalma şömineli, dayalı döşeli, salon salamanje “mağara”lardan birine kapağı atıp, “medeniyet” denen bu “tek dişli cana­var”la aramıza “fiziki mesafe” koyup, böylece “ekmek elden, su gölden” lüksü içinde bu vartayı kazasız belasız atlatmaya çalışırken, diğer taraftan bu koşuşturmada yaya kalanlar, yani tüm sermaye­leri kıytırık iki maskeden, bir şişe kolonyadan ibaret olan ”garip gureba” ordusunun kahir ekseriyeti de, öte tarafı boylamamak için kırk dereden su taşı­makla meşgul...

Dünya alem, özellikle de, Hipokrat amcamızın torun ve torbaları olan bilumum tıbbiyeliler, “Kovid 19” adı altında seksen türlü kamuflajla ortalıkta cirit atan, fırsat buldukça bukalemun misali renkten renge, kılıktan kılığa dönüşen bu “iblis”in kökünü kurutmak için gece gündüz demeden etkili bir “der­man” ya da “aşı” bulmak için mesai harcarken, şim­dilik geldiğimiz bu noktada halimiz ahvalimiz, maa­lesef “Nanay gülüm nanay” havalarında...

Nitekim Çin diyarlarından ilk kez piyasaya çıkar çıkmaz hemen akabinde de dillere destan bu tarihi seddin yüksek duvarlarını elini kolunu sallayıp firar eden bu mendebur, bu hapishane kaçkını virüsle önceleri dalga geçip, “ti”ye alıp umursamazken, daha sonraları uğradığı tüm diyarlarda yavaş yavaş, siga siga, hedi hedi, gamatz gamatz ortalığı kasıp kavurunca, geç de olsa anladık ki, bu işin şakaya gelir yanı kesinkes yoktu...

Bir vakitler Orta Asya çöllerinden yola revan olan atalarımızdan bizlere miras kalan, giderek fıtratımı­zın olmazsa olmaz koşuluna dönüşen “Su uyur düş­man uyumaz” deyiminden hareketle, hemen kolları­mızı sıvayıp, tıpkı fi tarihinde yedi düvelle savaşıp, kimilerini denize döktüğümüz o meşakkatli günler­deki gibi tüm atölyelerimizde bu kez “çarık” ya da “çorap” yerine rengarenk maskeler üretip, ardından da dünyaya sebilullah dağıtırken, bu arada kendi “yerli ve milli” vatandaşlarımızı bir gıdım belki ihmal ettik ama, bu vesileyle insanlık alemine her zamanki gibi “kötü gün dostu” olduğumuzu kanıtlayıp, dolayı­sıyla bunun gururunu yaşadık, yaşıyoruz elhamdü­lillah!

Vee şimdilerde gele gele nihayetinde gelip dayandığımız şu günlerde, bu iblisin, bu şeytan dölünün ümüğünü sıkmak bir yana, tam aksine sonbaharda, sararan yapraklarla birlikte daha da palazlanıp can yakacağını duydukça, ödümüz, korku belasına affedersiniz bilmem nemize karışır­ken, diğer cenahtan da milletçe tedbirlerimizi tabii ki ihmal etmiyoruz...

Mesela, maske takmayı umursamayıp, fiziki mesafeyi iplemeyip, sonra da “En büyük asker bizim asker” naralarıyla ortalığı velveleye verip, tıklım tıkış doluştukları arabaların tepesine horoz misali tüne­yip, açık camlardan ellerindeki bayraklarla vart, vaart, vaaart korna sesleriyle birer trafik canavarı kesilen gençlerimizi askere uğurlamaktan hem vaz­geçtik, hem de “tam takır kuru bakır” misali boşalan hazinemizi doldurmak için deve yüküyle ceza kesi­yoruz...

Mesela Ayasofya’nın tekrar camiye dönüştürül­mesinin ardından burada namaz kılmak için saba­hın köründen itibaren polis barikatlarını tekmelerle devirip, bir nevi huruç hareketiyle meydanlara dökülüp, birbirlerini çiğneyip, itekleyip, dolayısıyla üzerine tir tir titrediğimiz “kamu düzeni”ni yer ile yeksan edenlerin yakasına, Merkez Bankasının belir­lediği dolar kuru üzerinden ceza keser kesmez, hemen akabinde de zaten boş olan Sultanahmet veya Çamlıca’nın tepesinden son zamanlarda İstanbul’u seyreyleyen camilere yönlendirip, böylece tanrı adına verdiğimiz hizmetlerimizi aksatmamak için özen gösteriyoruz...

Sonra?...

Sonra, bu ve buna benzer vagonlar dolusu ted­birlerle dünya aleme bir taraftan bu bapta örnek olurken, diğer yandan da aldığımız bu dahiyane ted­birler yüzünden bundan kellim kendisine yaşam hakkı bulmayan, bulamayan gavurun dölü bu “Kovid 19” namlı virüsün ister istemez bizim diyarları boynu bükük halde terk edeceğini söylemeye artık bu saatten itibaren acaba gerek var mı, bilemiyorum Kirvem!..

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa