'Ekşi yoğurt' meselesi (2)
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/170967.jpg)
Fotoğraf: Pixabay
Kirvem,
Geçen haftaki mektubuma noktalı virgül koyup, ardından da, “ekşi yoğurt” meselesine bıraktığım yerden devam edeceğimi umarım hatırlıyorsun; umarım diyorum, çünkü kendimce özenip bezenip, çizip çiziktirdikten sonra tamı tamına yirmi beş yıldan beri sanki “hazine arazisi” misali postumu serdiğim bu köşeden her hafta bıkıp usanmadan şu veya bu “mesele“ kaydıyla adresine postaladığım mektuplarımın eline geçip geçmediğini, okuyup okumadığını bilmiyorum.
Aslında pul parası, damga vergisi biraz daha pahalı olmasına rağmen yine de mektuplarımı “taahhütlü” göndermeyi, dolayısıyla kaybolmaması için işimi sağlama almayı düşünmedim dersem yalan olur; ancak güzelim memleketimizde, cennet vatanımızda soğan ile sarımsağın, domates ile patatesin, etin, sütün, üzümün, ejder meyvesinin yanı sıra; kira, doğal gaz, elektrik, su, akbil, diş fırçası, sivrisinek ilacı falan feşmekan derken hemen her şeyin fiyatı, her geçen günün ardından, “Dağ başını duman almış...” saflarında ilerlerken, bizim “yerli ve milli” liramız, gavurların yeşil doları ya da avro gibi karın ağrısı para birimleri karşısında hepten tuş olmaya namzetken, buna rağmen taahhütlü, hele hele “iadeli taahhütlü” mektup göndermenin fazlasıyla lüks olacağına ister istemez karar verip, bu sevdadan vazgeçtim...
Nitekim... Bu kararın yerinde olduğunu, tıpkı bir zamanlar, ortalıkta cirit atan yoğurt rengindeki “beyaz Toroslar” saltanatının hüküm sürdüğü yıllarda; kimi vatandaşlarımız sorgusuz sualsiz, aynı nizam, aynı intizam doğrultusunda palas pandıras “Meçhulistan”a doğru postalanıp, bir bakıma tuz ruhu misali buharlaşıp kaybolurken, bunun hesabı, kitabı, sorumluları kimselerin umurunda değilken, öte taraftan benim kaybolan mektuplarımın lafı olabilir miydi!
Neyse... Hiç hesapta yokken, söz, nereden nereye döndü dolaştı sonra da kalaylı yoğurt bakracının dışına nasıl taştı, doğrusu ben de anlayamadım ama, yine de milattan yaklaşık 5 bin yıl önce Mezopotamya coğrafyasında ilk kez yoğurttan bahsedildiği o dönemlerden itibaren, şu alemde su misali akıp giden bunca zamanın ardından bizim ellerde, bizim diyarlarda; Fırat’ın kenarında ya da Dicle’nin kıyısında daha düne kadar sessiz sedasız otlarken, ne hikmetse birden bire “kaybolan” keçilerin hesabı, acaba hangi “divan”a kaldı, şu “garip” aklıma durduk yere bu “mesele” neden takıldı bilmiyorum, bilemiyorum!
Vee fakat, diğer taraftan bilebildiğim kadarıyla veya “Abdala malum olur” kabilinden illa da iki kelam daha etmem gerekirse; kendi payıma öyle sanıyorum ki, şu cavalacoz alemde işleri güçleri sadece ve sadece “ekşi yoğurt”larını pazarlamayı hüner belleyip, üstüne üstlük buna ilaveten, hileli hurdalı bu pazarlama yöntemlerini el aleme zorla, bilek gücüyle dayatmaya kalkışanların başı, eninde sonunda bitten galiba kurtulamayacak Kirvem!..
Evrensel'i Takip Et