‘Sendikalaşma mücadelesi’ni daha sürekli ve daha ustaca planlama ihtiyacı
Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesinin son 60 yılının direniş, grev, protesto gibi eylemlerinin dökümünü yapsak, bu döküm içinde “sendikalaşma” için başvurulan eylemlerin açık ara önde olacağı tartışmasızdır.
Nitekim son aylarda pandemi koşullarında bile işçilerin sendikalaşmak için giriştiği çok sayıda mücadeleye tanık olduk, oluyoruz.
Sendikalaşma mücadelelerinin son örneğini, Çorum’da, Ekmekçioğulları Grubuna ait Ekmekçioğlu Metal ve Kimya Sanayi AŞ fabrikasında görüyoruz.
DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasına üye olan işçilerin önce 20’sini işten atan patron, diğer işçiler direnişe geçince işten atılan işçi sayısı 88’e kadar çıktı. Zaten 110 işçinin çalıştığı fabrikada üretim durdu. İşçiler, 6 Aralık’tan beri direnişi, fabrikanın yakınında oluşturdukları direniş yerinde sürdürüyor. İşçiler 8 Aralık’tan itibaren direniyor. Fabrika çalışmıyor!
İşçilerin resmiyetteki işten atılma gerekçesi elbette “Sendikaya üye olmaları” değil. Çünkü sendikaya üye olma işçilerin yasal hakkı!
Nitekim Çorum’da da patron İş Yasası’nın 25/2-II maddesini kullanarak, işçileri “Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymadıkları”nı iddia ederek işten atmıştır. Ki bu maddeye dayanarak işten atılan işçi, kıdem ve ihbar tazminatı başta olmak üzere hiçbir hakkını alamamaktadır.
Öte yandan Cargill işçileri de (Tekgıda-İş) yaklaşık 1000 gündür direniyor.
BU KADAR ÇOK MÜCADELEYE BU KADAR AZ SENDİKALAŞMA REVA MI?
Evet, bugüne kadar işçiler pek çok işyerinde, sendikalaşma mücadelesine girişmişlerdir. Hatta pek çok işyerinde bir değil, iki, üç, daha da fazla yeniden yeniden sendikalaşma mücadelesine girişmişler, “Yenildikleri yerde yeniden mücadeleye cesaret eden bir sınıfın fertleri” (Marx) olduklarını kanıtlamışlardır. Ama bu kadar emeğe, fedakarlığa karşın bugün işçilerin ülkemizdeki sendikalaşma oranı yüzde 8 dolayındadır!
Dolayısıyla bu kadar çok emek bu kadar az sendikalaşma çelişkisi elbette açıklanmaya muhtaçtır.
Burada ilk akla gelenler;
- Sendikaların işçilerin sendikalaşma girişimlerinin arkasında yeterince kararlı bir biçimde durmaması,
- Aynı iş kolundaki sendikalar arasındaki rekabeti patronların ustaca kullanması,
- Hükümetin, kolluk kuvvetlerinin, yerel idarenin, açıkça patronların yanında yer alması... gibi önemli, “Hayır böyle değildir” denemeyecek nedenlerdir. Ama bunlar, sadece gerçeğin bir yanıdır, hatta ikincil, üçüncül önemdeki yanıdır.
PEKİ, SENDİKALAŞAMAMADA ASIL NEDEN NEDİR?
Bu ara başlıkta sorulan sorunun kısa yanıtı; sendikalaşma mücadelesinin arkasında, sendikalaşmanın karşısındaki güçleri yenecek kadar bir gücün oluşturulmamasıdır!
Elbette bu “gerekli güç” işyerinin büyüklüğü, patronun gücü, hükümet ve patron örgütleriyle ilişkisi, sendikalaşmanın yürütüldüğü dönemdeki siyasi ortama kadar çeşitli etkenlerle bağlantılıdır.
Bu etkenleri işçiler ve sendikaları belirleyemez. Ama işçiler ve sendikalarının burada belirleyeceği şey vardır ki, bunları;
- Sendikalaşmanın sürdüğü işletmedeki (işletmelerdeki) işçilerin örgütlülük seviyesinin yükseltilmesi,
- Havzadaki işçi mücadelesiyle, ileri işçiler, mücadeleci sendikacılarla dayanışmanın ne ölçüde sağlanması,
- Havzada, ilçede, ilde emekten yana güçlerin sendikalaşma mücadelesine destek için ne kadar seferber edilebildiği,
- Ülke sathında konfederasyonlar, sendikalar yerel platformlarla dayanışmanın ne ölçüde sağlanabildiği biçiminde sıralayabiliriz.
BU GÜÇ NASIL OLUŞTURULACAK?
Bu güç elbette masa başında tariflerle oluşturulamaz. Tersine tamamen mücadele içinde oluşturulması gerekir. Ve yukarıda sayılan güçlerin fiziki ve moral bütün imkanlarıyla “sendikalaşma mücadelesi”nin arkasında mücadeleye çekilmesiyle olanaklıdır.
Nitekim, sendikalaşmanın en önemli deneyimlerinin biriktirildiği 1960’lı yıllarda, “İşçinin işçiyi örgütlemesi” olarak; mücadelenin önüne geçen ileri işçilerin, işçi ailelerinin, komşularının, yakın ve uzak çevredeki emekten yana güçlerle dayanışmasının eseri olarak gerçekleşmişti.
Sonraki yıllarda ancak, işyerindeki işçilerin ana kitlesinin sendikaya üye olup, yerine göre ilde, ilçedeki emek güçleriyle birleşebildiği ölçüde sendikalaşma mücadeleleri (öteki sendikal mücadeleler de) başarıya ulaşabildi.
Tabii istisnaları da oldu.
Bir de kimi sendikaların patronlarla anlaşarak, (Daha mücadeleci sendikaların örgütlenmesini önlemek için) işçilerin bir sarı sendikaya üye yapılmasını da biliyoruz. Ama, “Kötüden emsal olmaz” demiş atalarımız; olmamalı da!
Yakın tarihimizde Flormar (Petrol-İş) TARİŞ (DİSK/Gıda-İş) işçilerinin sendikalaşma mücadeleleri uzun direnişler olarak sürüp çeşitli kazanımlar elde ettikleri direnişler olarak henüz hafızalarımızdadır. Ki, bu direnişlerin kazanımla bitmesinin iki özelliği vardı: 1) Sendikaların direnişlerin arkasında durma kararlılığı, 2) Yerel ve nispeten de ülke sathında emek güçlerinin desteğini alan mücadeleler olarak ilerlemiş olmalarıydı.
ÖRGÜTLENEN HER İŞYERİ ETRAFINDA SEFERBERLİK RUHUYLA ÇALIŞMA
İçinden geçtiğimiz koşullarda, sendikalaşma mücadelelerine, patronlar ve tek adam yönetiminin daha çok zorluk çıkaracağı inkar edilmezdir. Bu da sendikalaşma mücadelelerini; düne göre bile daha örgütlü, daha sistemli ve sürekli, işyerlerinde daha derinlemesine örgütlenen, bölgedeki mücadeleci birikime sahip işyerlerindeki ileri işçilerle ilişkiye geçen, işçinin işçiyi örgütlemesini dikkate alan, bölgedeki emekten yana çevreleri harekete geçiren... daha ustaca ve ısrarlı, geriye atılan her adımı ileriye çevirmeyi başarmanın bir yolunu bulan bir organizasyonu gerektirmektedir.
Ki, DİSK Başkanlar Kurulunun 30 Eylül’de; “DİSK, bu topraklarda yaşayan işçi ve emekçilerin rahat nefes alacağı ve insanca yaşayacağı bir düzen için örgütlenme seferberliği başlatıyor” başlıklı bildirgesinin bir ayağının da “sendikalaşma mücadelesi için seferberlik” olduğu dikkate alındığında, bu alandaki mücadelenin yenilenmesi ayrıca da önem kazanmaktadır.
Evrensel'i Takip Et