Biden kimler için umut olabilir?
![](https://www.evrensel.net/images/840/upload/dosya/177358.jpg)
Fotoğraf: EPA - Patrick Semansky/AA
Salgının yarattığı tahribat ve tehdidin devam ettiği, işsizliğin bütün dünyada etkisini gösterdiği, savaş ve göçlerin devam ettiği bir süreçte ABD’nin Yeni Başkanı Joe Biden’ın yemin edip görevine başlaması üzerinden bütün dünyada bir ‘umut’ havası yaratılmaya çalışılıyor. Biden döneminde dünyanın daha güvenli bir yer olacağı propaganda ediliyor. Çünkü Biden’ın ABD’nin müttefikleri ile ilişkilerini güven verici bir eksene oturtacağı ve ABD hegemonyasını restore edeceği söyleniyor.
Bu propagandanın başını ABD’nin ‘geleneksel’ müttefikleri ve ABD hegemonyasını kendi gelecekleri için sigorta olarak gören rejimler çekiyor. Bu propaganda üzerinden emperyalist-kapitalist sistemin ciddi yıkım ve tahribata uğrattığı dünya işçi sınıfı ve ezilen halklarında da bir beklenti yaratılmaya çalışılıyor.
Mesela göreve başlamasından sonra Biden’ı ilk tebrik eden isimlerden biri olan Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Charles Michel, yeni dönemi “Daha güçlü bir Avrupa, daha güçlü bir ABD ve daha güvenli bir dünya” biçiminde tarif ediyor.
NATO Genel Sekreteri Stoltenberg de kutlama mesajında Biden’ın göreve başlamasını “Transatlantik İttifakı için yeni bir dönemin başlangıcı” olarak değerlendirdikten sonra “Demokrasilerimizi, değerlerimizi ve kurallara dayalı uluslararası düzeni korumak için birlikte çalışırken ABD’nin liderliği esas teşkil etmektedir” diyor.
ABD’nin Ortadoğu ve Asya-Pasifik’teki müttefikleri de benzer mesajlarla Biden dönemini selamlıyor.
Yaratılmaya çalışılan havaya bakınca sanırsınız ki, Biden dünyanın en büyük emperyalist ülkesinin değil de bütün dünyaya barış, demokrasi ve refah götüren uluslararası bir hayır örgütünün başkanı olarak göreve başlıyor!
Oysa yaratılmaya çalışılan havaya rağmen Biden dönemi ABD’sinin de dünya işçi sınıfı ve ezilen haklarına vadedebileceği yeni bir şey olmadığını söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Bugün Biden’ın, Trump’ın yarattığı tahribatları onaracağı, ABD’nin hegemonyasını restore edeceği ve böylece dünyanın daha güvenli hale geleceğini söyleyenlere sormak gerekiyor: Acaba neoliberal saldırganlığın yaygınlık kazanıp dünya işçi sınıfının kazanımlarının tarihinde olmadığı kadar kapsamlı bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya kaldığı ve öte yandan da dünyanın dört bir yanında etnik-bölgesel savaş ve çatışmaların yaygınlaştığı son 50 yılda ABD hegemonyası yok muydu?
Elbette vardı ve üstelik bu politikalardan da birinci dereceden sorumluydu.
Öyleyse iki şeyi birbirine karıştırmamak gerekiyor.
Öncelikle hem ABD’de ve hem de dünya genelinde işçi sınıfı ve göçmenler başta ezilen halk kesimlerine karşı saldırganlığın yükselmesinde rolü olan ve ayrıca kendisi de milyarlarca dolarlık servete sahip bir kapitalist olan aşırı sağcı-ırkçı Trump’ın seçimleri kaybetmesi bir kazanım olarak görülebilir. Ancak buradan hareketle Biden’ın işçi sınıfı ve ezilen halklardan yana tutum alacağı sonucunu çıkarmak büyük bir yanılgı olacaktır.
İkinci olarak, Trump’ın dünyadaki gelişmeler karşısında öngörülemez kararlar aldığı ve dolayısıyla “dostlarına” güven vermeyen bir siyasetçi olduğu sıklıkla vurgulanıyor -ki, bu doğrudur. Fakat bu yönlü yorum ve değerlendirmelerde önemli bir nokta ıskalanıyor. Çünkü Trump’ın bu politikaları kişisel kararlar olmaktan çok ABD hegemonyasının sarsılmaya başladığı ve dünyada emperyalistler arasındaki çelişkilerin de keskinleşmesine bağlı olarak belirsizliklerin arttığı bir dönemin ürünüdür. Dolayısıyla Trump’ın karar ve politikalarını, emperyalist kapitalist sistemin belirsizlik ve ‘çalkantılarının’ nedeni değil, sonuçlarından biri olarak okumak daha doğru olacaktır.
Bu tespiti yapmak, Biden döneminde ABD’nin müttefikleri ile ilişkileri onarmasının ve hegemonyasını yeniden tesis etmesinin öyle kolay olmayacağı gerçeğini görebilmek bakımından önemlidir.
Bu bağlamda en çok dillendirilen konulardan biri ‘Transatlantik İttifakı’nın yenilenmesi. Ama AB’nin başını çeken emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin bile giderek daha belirgin geldiği koşullarda AB Konseyi Başkanı Michel tarafından dillendirilen “AB+ABD=güvenli dünya” formülünün uygulanmasının kolay olmayacağı ortadadır.
Ayrıca NATO’nun ABD hegemonyasının askeri ve ekonomik olarak zayıflamasında belirleyici bir rol oynayan Rusya ve Çin’i “düşman” olarak konumlandırdığı ve dahası bu temelde ittifaka Asya-Pasifik’ten yeni ortaklar monte etmeyi (Japonya, G. Kore, Avustralya ve Y. Zelanda) hedeflediği düşünüldüğünde dünyanın daha ‘güvenli’ hale gelmesinin boş bir propagandanın ötesine geçmeyeceği/geçemeyeceği açıktır.
Bu genel tabloya bakıldığında en çok merak edilen konulardan biri olan ABD’nin yeni dönemde Ortadoğu’da uygulayacağı politikaların da esaslı bir değişime uğraması mümkün görünmüyor. İsrail ve Körfezdeki Arap rejimleri arasında iş birliğinin geliştirilmesinin teşvik edilmesi, ABD-NATO’nun bölgedeki ihtiyaçlarıyla uyumlu bir çizgiye gelmesi için Türkiye’deki iktidarın üzerindeki baskıların arttırılması, Kürtlerle iş birliğinin devam ettirilip Suriye ve Irak Kürtlerinin ABD eksenine bağlanması, Libya’da Rusya ve Türkiye’yi geri plana iten BM ve AB eksenli çözüm arayışlarının desteklenmesi devam ettirilmesi beklenen politikalar olarak öne çıkıyor. Elbette bütün bu politikalar İran’ın yeni koşullarda bir uzlaşmaya zorlanması ve Rusya’nın bölgedeki etkisinin sınırlanması hedeflerine bağlanıyor.
Sonuç olarak Batılı müttefiklerinin ve dünyadaki iş birlikçilerinin Biden’ı yeni ‘umut’ olarak pazarlamaya çalışmasında şaşılacak bir yan bulunmuyor. Ancak dünya işçi sınıfı ve ezilen halkları için ABD hegemonyasının tesisi yönünde atılacak adımlar kölelik zincirlerinin ağırlaştırılmasından öte bir anlam taşımıyor.
Evrensel'i Takip Et