25 Mart 2021 00:58

Beklentiye değil mücadeleye ihtiyaç var!

DİSK üyesi bir işçi basın açıklaması sırasında yumruğunu havaya kaldırarak slogan atarken

Fotoğraf: Dinçer Akbir/DHA

Paylaş

20.yüzyılın İki Dünya Savaşı’na sorumlu düzeyde katılan W. S. Churchill, 2. Dünya Savaşı Hatıraları adlı kitabına önsözün ilk cümlesinde bu savaşa en uygun adın “Gereksiz Savaş” olduğunu söyler. Ona göre, Hitler yönetimindeki Nazi Almanyası’nın Avrupa’yı ve Dünya’yı kana bulayacak bir savaşı başlatmasına engel olunabilirdi.

“Komünizmin en kararlı düşmanı” olduğunu söyleyen Churchill, bir zamanlar “Güneşin Batmadığı İmparatorluk” denen ve Sömürgeler Bakanlığı da kurmuş Britanya Krallığı’nın mirası üzerinden konuşuyordu. Savaş-barış meselelerine Marksistler gibi bakması beklenemezdi.

O, İngiliz-Fransız yöneticilerin Hitler’i durdurma gücüne sahip olmalarına rağmen zamanında harekete geçmeyerek onun bir ulusu/halkı “bir savaş makinesi” olarak hazırlama olanağı bulmasına seyirci kalmalarıyla ilgilidir. Bunu büyük öngörüsüzlük olarak niteler. Bu iki emperyalist devletin özellikle de Münih Politikası ile içine düştükleri “gafleti” işaret ederek Sovyetler Birliği ile ittifaktan kaçma ve Hitler’i “yatıştırma” siyasetini çok büyük kayıplara neden olan yanlışlar olarak değerlendirir. Haklıdır!

Churchill, yüz milyonlarca insanı yıkıma sürükleyen, uygarlık birikimlerinin tahribine yol açan bir savaşın başlaması ve onca yıkıcı sonuçlara yol açmasının nedenlerinden birinin de izlenen “yatıştırma” politikası olduğunu söylüyor. Canavar bütün “ulusal varlığı” savaş üretim aracına dönüştürmeden önce duruma seyirci kalınmış ya da bu devasa savaş makinesini düşman sayılan komünizm ve sosyalist ülkenin üzerine salma hesapları yapılmıştı. Nazi saldırganlığının tüm Avrupa’yı hedefe koyduğu pratik olarak görüldüğünde ise iş işten geçmişti. Şu da denebilir: Hitler Paris ve Londra’yı hedefleri arasına koymasaydı, Fransız ve İngiliz devletleri faşist barbarlığa karşı “bekle gör” politikasını sürdürürlerdi. Çekoslovakya ve Avusturya’yı satmalarıyla bunun işaretini vermişlerdi. Ama Hitler, Avrupa’yı Nazi İmparatorluğu yapmaya koyulmuştu. Hedefi büyüktü!

Tarih dersi deyip gelelim bizim cepheye: Lenin, işçi sınıfının tarih tecrübesi için yalnızca zaferlerden değil yenilgilerden de ders çıkarması gerekliliğine dikkat çekmişti. 2. Dünya Savaşı’nda faşist kamp karşıtı ittifakın önemli bir ismi olan Churchill’in “tarih dersi” bahsinde söylediklerinden de sınıf düşmanı burjuva yönetimlerin izledikleri politikalar ve giriştikleri hazırlıklardan da çıkarılacak sonuçlar vardır.

Milyonlarca, on milyonlarca insanı kötülüklere katlanmaya ve bu doğrultuda fedakârlıklar yapmaya ya zorlayarak ya da ikna ederek felâkete sürükleyen sadece Hitler-Mussolini gibileri olmadı. Franko, emperyalistlerin desteğinde tamı tamına kırk yıl İspanya halkına kan kusturmayı başarabildi. Vietnam kasabı Amerikan emperyalizminin faşist barbarlık yönetimlerinin oluşmasındaki payı unutulamaz.

Günümüzde henüz yeni bir dünya savaşı öncesinde değiliz; ancak faşizm, birden fazla ülkede ciddi bir tehdit durumunda. Başlıca emperyalistlerin, güçleri oranında etki alanı ve pazar kavgalarında yer aldıkları, çeşitli bölgelerde, kendilerine bağlı yönetimler oluşturmak üzere işbirlikçi güçler aracıyla savaşmayı yeterli gördükleri bir durum var. Savaş aracı olarak silahlanma son hızla devam ediyor. Toplamında 1,8 trilyon dolar silaha yatırılmış durumda. Silahlanmakla övünen ve yıllardır silah kullanan, bombardımanlarla kamuoyu dayanağı oluşturma siyaseti izleyen devletlerden biri de Türkiye. Buna karşın borazanlar daha çalmıyor.

Ancak böylesi büyük savaşlara da koşul hazırlayıcı işlev gördüğü söylenebilecek faşizm ise aralarında Türkiye’nin de olduğu çeşitli ülkelerde güncel bir tehdit oluşturuyor.

Bunu söyleyebilmek için Erdoğan’ın 2023 “manifestosu”nu beklemek gerekmiyor. Bu tür açıklamaların getirdiği “eylem planları”nın sonuçlarından bihaber olmamak yeterlidir.

Ders şudur: sınıf mücadelesi açısından olduğu gibi, kapitalist rekabete dayalı hegemonya mücadelesi açısından da belirleyici olan güç ilişkileridir. Toplumsal gelişim ve değişim, sınıf oluşumunun ve sınıf savaşımının bağrıdır, doğum yuvasıdır. Değişim de karşıt sınıfların mücadelesi de kaçınılmazdır. Türkiye ve toplumunu bundan azade edecek bir güç de kuşkusuz yoktur.

Ancak toplumsal yaşam karşıtlıkları, kaçınılmaz olanın ‘tecelli etmesi’ni beklemekle çözülmezler. Kaçınılmaz gelişmelere rağmen nice diktatör on yıllarca halkların başı üzerinde ‘boza pişirmiş’tir! Franko bunlardan biridir. Tunus’un Ben Ali’si, Mısır’ın Mübarek’i yakın zaman örnekleri arasındaydılar. Sömürülen ve ezilen sınıf ve kesimler birleşmeyi ve dövüşmeyi göze almadıkça diktatörlerin, halkların başı üzerinden savaş naraları atıp saltanat sarayları kuranların “demokrasi gereği” diyerek “gönülden istekleriyle” çekip gitmeleri mümkün olmuyor.

Türkiye’de önemli değişimler yaşanıyor. “Çok hızlı” denebilecek türden gelişmelerle güne uyanmak mümkün olmaktadır. Yasaklar getirilmekte, mülklere el konmakta, kanunlar kararnamelerle geçersiz kılınmakta, üniversiteler, belediyeler zaptiye gücüyle ele geçirilmektedir!

Ortada tedirgin edici, ürkütücü, bütün yönetim yetkilerini ele almış tek adam yönetiminin bir gece kararnamesiyle savaş ilan edip etmeyeceğine, mülk varlıklarına kendi yönetimindeki vakıflara geçirmek üzere el koyup koymayacağına dair muazzam bir belirsizlik dolanıyor!

Yeni başlamayan, ancak yeni unsurlarıyla daha azgın saldırıları haber veren bir durumla karşı karşıyayız. Doğan Öz’ün katili MHP yöneticisi olduysa, “millet iradesinin temsil organı” olarak reklam edilen kurum plastik şekil alıcıya dönüşmüşse, son yılların dünya düzeyindeki en önemli gelişmelerinden biri olan kadın mücadelesine karşı duruş göze alınarak ortaçağcıl gerici anlayışlar dayatılmaya çalışılıyorsa, milyonlarca destekçisi olan partiler kapatılma tehdidi altında tutulup binlerce muhalif politikacı zindanlarla susturulmak isteniyorsa, “yatıştırma” politikası iflas etmiş demektir.

Ya mücadelede birleşilecek ya da parça parça edilmiş halde ezilme göze alınacaktır. Birleşmesi gerekenler herkesten önce tüm işçi ve emekçilerdir. Saldırı ve yağma politikasından zarar görenler işçi ve emekçilere destek olmalıdırlar. Tali kaygılarla, ön yargılarla birbirinden uzak durup lokal taleplerle yetinecek bir mücadele ile başarı sağlanamaz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa