Siyaset, “darbecilik” ve “ekmek kavgası!”
Fotoğraf: Zafer Arslan/AA
Halk kitlelerinin beynine “torpil gönderme harekatları”na bir yenisi eklendi. Manipülasyon ve motivasyon malzemesinde eksiklik hissedilmiş olmalı, “amiraller bildirisi”nin yayımlanmasıyla yeni bir işaret fişeği fırlatıldı. Önceden haberdar olma cihaz ve mekanizmalarıyla hazırlıklı olunduğunu gösterir şekilde, 81 ilde anında karşı harekât başlatıldı ve “alimallah mahfederiz!” nidalarıyla 15 Temmuz haberli darbe girişiminin görüntüleri eşliğinde kitleler yeniden kuvveti elinde tutanlara biat etmeye çağrıldı. İmzacılarınsa zaten hesabı kesilecekti; Bahçeli öyle dedi, “onlar denizci değil hainlerdi!”; rütbeleri sökülmeli, maaşları kesilmeli, aç bırakılmalıydılar!...
Erdoğan, ektiklerinin ürününü toplama zamanı olduğunu söylemiş; Saray görevlisi daha alt kademe bürokratlardan “durun bakalım, daha yeni başlıyoruz, gününüzü göstereceğiz!” türü açıklamalarla tehdit savuranlar da olmuştu. Durum şimdi bir kez daha bir hayli karışıktır ve gelişmelerin gösterdiği unsurlardan biri de iktidar iplerinin elde tutulması kavgasının devam edeceğidir.
Türkiye’yi, Erdoğan’ın başında bulunduğu, kendisinin de kuzgunlara hedef gösteren şef olarak katıldığı yönetimin tüm muhaliflerini yatıracağı tabut haline getirmeye koyulan Bahçeli, kapatın, yıkın, tutuklayın, sürün, susturun sözcükleriyle benzer emir kipleriyle konuşurken, tabuta son çiviyi çakacak gibidir. Şoven milliyetçiliği ve faşist baskı siyasetini öfke, kin ve nefretle büyütme, tek adam yönetimini sorgulanamaz şekilde tahkim etme hedefine varmak için devletin çelişkisiz, çatışmasız ve granitten bir heyula olarak görülmesini engelleyen, dokunulmaz bir kutsal olmadığını gösteren dökülme ve parçalanmalar olmasın ve görülmesin istemektedir. Derinlerde-dehlizlerde, karanlık-kozmik odalarda yaşananlar yüzeye vurmamalı; örnek olsun “emekli” veya “muazzaf” devlet bürokratları “çatlak ses çıkarmamalı”dırlar! Onlara göre muhalif her ses “çatlak ses”tir ve susturulmalıdır.
Ancak, devletin yönetici en üst saltanat sahiplerinin mirasçısı olduklarını söyledikleri devlet geleneği, saray entrikaları, damat-oğul-torun boğdurmalar, darbeler, muhtıralar bakımından çok zengindir. Ne asker emeklileri ilk kez bildiri yayımlıyorlar ne de sosyal-siyasal irade gaspçılığı için postal giyip kılıç kuşanmak şarttır. Memleket yağma sahasına çevrilmiştir. Borç, işsizlik, pahalılık, yoksulluk artıyor ve emperyalistlerle pazarlıklar devam ediyor.
Bu vahim durumu gizlemek için askeri-milli ve şovenist politikalara ağırlık veriliyor, dikkatler toplumsal sınıf ve kümeleri tüm gözeneklerine dek etkileyen farklı özellikteki sorunlar yumağından kaçırılmak isteniyor. Oysa, bu kesimlerin her birini, bulunduğu mevzi, statü ve sınıfsal konumdan belirli tutum geliştirmeye giderek daha fazla zorlamaktadır. Sorunlar sadece sömürülenlerle sömürenler arasında yaşanmıyor. Yönetenler ve yönetilenler kendi aralarında bölünmüş durumda ve çeşitli sorunlarla bağlı çelişki, bazen de çatışma yaşayabiliyorlar.
Tüm bu alanlarda yaşanan gelişmeler politika alanıyla doğrudan veya dolaylı bağlıdır. Ekmek kavgası olarak ifade edilen, ekmek alabilmek için alabilecek gelire sahip olma kavgası, asgari ücret dahil ücret, maaş, vergi, çalışma saatleri, işyeri ve çalışma kuralları ve koşulları devlet-hükümet ve sermaye partilerinin politikalarından, tekelci olanları başta olmak üzere kapitalistlerin bu politikalara yansıyan çıkarlarından bağımsız değildir. Askerin, polisin, yargıcın politikadan azade ve arınık olduğuna dair söylem de bir yalandan ibarettir. Amiyane bir deyişle “mal meydandadır!” İşte birbiri ardına yapılan emekli subaylar, diplomatlar, askeri öğrenciler, Yargıtay, “sivil toplum örgütleri” denen iktidar payandaları, Cumhur ve Millet İttifakı partileri sözcülerinin, bakanların ve Saray erkan-ı harbinin birbiri ardına gelen açıklamaları, tehditleri, polis operasyonları, gözaltılar, savcıların gece mesaileri vb, vs. hepsi politiktir. Generalleri, polis şeflerini, yargı kurumları yönetici ve mensuplarını, din istismarının profesyonel zenginlerini ‘politika dışı’ gösteren kim varsa, doğru konuşmuyordur. Bunların bir kısmına yasal olarak getirilen yasaklar hiçbir zaman hedefine ulaşmamış, sadece örtü işlevi görmüştür.
Politika ya dolaysızca yapılıyordur ya da örtülü şekilde, dolaylı olarak ve yedeklenerek.
Sermaye partilerinin yönetici ve sözcüleri, devlet-hükümet yöneticileri profesyonel burjuva politikacılarıdır. Yaptıkları politikanın bir özelliği de işçi ve emekçileri bu parti, kurum ve kuruluşlar aracıyla sömürü ve baskı sistemine bağlı tutmaktır. Onlar bunu yaparken yalnız değillerdir. Ordu üst kurulları, polis ve yargı mekanizmasının yürütücüleri bu politikanın ortaklarıdır. Libya’yı vuralım, Suriye’yi alarak Emevi Camiinde namaza duralım, Kürtlerin ulusal haklarını asla ve katta tanımayalım diye açıklama yapan emekli ya da işbaşında olsun bir üst rütbeli asker ve yargı mensubunun alkışlanacağından kuşku duymamak gerek.
İş böyle olunca, eksik olan ya da olması gerektiği ölçüde olmayan, işçi ve emekçilerin, toplumumuzda yaşanan her gelişme karşısında kendi sınıf tutumu ve misyonlarıyla politika yapmaları, sermaye partilerine yedeklenmeyecek bağımsız devrimci bir politikayla ortaya çıkmalarıdır. Burjuva gerici, faşist ve şoven siyaset boğucu bir ‘atmosfer’le emekçileri kuşatırken, hemen her gün yeni bir ‘gündem’ ile kitleler, iktidarın-ya da muhalif sermaye partilerinin politikaları yönünde eğitime alınır ya da alınmaya çalışılırken, olması gereken, işçi ve emekçilerin bu düzen partileri ve iktidar aygıtını elinde tutan tekelci kast yönetimi ve politikalarına karşı kendi sendikal ve siyasal sınıf örgütlerinde daha güçlü şekilde bir araya gelerek memleket meselelerine emekçi cephesinden müdahale etmeleridir. Montrö’de, Kanal İstanbul da, “amirallerin bildirisi” de, Amerikan ve Avrupalı emperyalistlerin çakal politikası da, Erdoğan-Bahçeli yönetimindeki aygıt güçlerinin içeride ve dışarıda izledikleri baskı, yasak ve saldırı politikası da, gerçek o ki en çok ve en önce işçileri, işsizleri, kadın-erkek kent-kır emekçilerini ilgilendirmektedir. Tüm bu konulara “yabancı duran” işçi ve emekçiler ekmek kavgasını da, memleket davasını da hakkıyla yürütemezler.
- Kaosun geniş mezarlığı 12 Aralık 2024 05:20
- ‘Suriye pastası’ ve duvarların dışına bakmak! 05 Aralık 2024 06:50
- Değişim; nasıl ve hangi yönde? 28 Kasım 2024 06:45
- Kürtçe eğitim Türkiye’yi böler mi? 14 Kasım 2024 04:52
- Bahçeli’nin çağrısı Kürt gerçeğinin neresinde? 07 Kasım 2024 05:41
- Sorun yoksa, telaş niye? 31 Ekim 2024 06:54
- Çürümenin toplumsallığı ve çürüyeni yönetme politikası 24 Ekim 2024 12:47
- İktidarın ekonomi kriterleri 26 Eylül 2024 05:56
- Vicdansızlık! 19 Eylül 2024 05:15
- Derin ve lağımlı bataklık! 12 Eylül 2024 05:58
- Sağın gücü ve işçilerin ‘kör noktası’ 05 Eylül 2024 05:28
- Malazgirt, Bahçeli, HÜDA PAR vs. 29 Ağustos 2024 05:40