Olimpiyatlarda reform mümkün mü?
2020 Tokyo Olimpiyatlarının ilk etkinliği Japonya-Avustralya softbol maçıydı. Müsabaka, Japonya Olimpiyat Bakanlığının dahiyane(!) fikriyle Fukuşima’da 10 yıl önce nükleer felaketin yaşandığı bölgeye 90 km uzaklıktaki Azuma Beyzbol Stadyumunda yapıldı.
Malum, Japonya 2011’deki felaketler sonrası Tokyo 2020’yi hem iç hem dış kamuoyuna “İyileşme Oyunları” adıyla pazarladı. İddiaya göre Oyunlar, Japonya’nın bu felaketlerin yaralarını sardığının, ulus olarak birlik halde ayağa kalktığının simgesi olacaktı. Bu bakımdan Olimpiyat meşalesi koşusu Fukuşima’dan başlamalı, Fukuşima’da olimpik müsabakalar tertiplenmeliydi!
Nihayetinde bilimsel çalışmalar, nükleer uzmanlar, halk röportajları aksini defalarca ortaya koysa da Japonya kendi “Cahit Aral anı”nı (Çernobil sonrası çay içen bakanımız) Fukuşima’daki beyzbol ve softbol maçlarıyla hayata geçirdi.
Bunun yanı sıra kovid-19 gölgesinde, halkın protestolarına rağmen gerçekleşen Oyunlar, olimpik gösterinin halkın ve sporcuların sağlığını umursamadığının bir kanıtı olarak kayda geçiyor. Bu bakımdan “İyileşme” adı manidar bir içerik kazanıyor çünkü karşı karşıya olunan şey bunun tam tersi.
Japonya resmi tarihi ne yapar bilmem ama Tokyo 2020, spor tarihine “İyileşme” değil “İflas Oyunları” olarak geçiyor. Olimpiyatların gerçek yüzüne dair eleştiriler neredeyse ana akımlaştı. New York Times, Guardian, Los Angeles Times, Al Jazeera… Geçmişte kendine kısıtlı yer bulan Olimpiyat karşıtı görüşler az önce adını andığım mecraların rutin haberlerine dönüştü. Öyle ki geçtiğimiz hafta Spor Yazarı David Goldblatt’ın “Yararından çok zararı olan bu maskaralığın sona ermesi gerektiği” yönündeki fikirleri manşetlere taşındı.
Özellikle New York Times’ın meseleye bu kadar sert ve ısrarlı bir şekilde girmesi, Olimpiyat karşıtı hareketin önemli araştırmacılarını, yazarlarını sayfalarına taşıması Tokyo 2020 sonrası IOC üzerindeki baskının artırılacağının bir işareti.
Peki Olimpiyatları ne yapmalı? Reform mümkün mü? Çöpe atılıp yenisi inşa edilebilir mi?
IOC’den kendi içinde gerçek bir reform beklemek, aynı şeyi AKP’den beklemek kadar beyhude. Gerçek bir reformun önünde engel teşkil eden şey sadece IOC’nin hesap sorulamayan, antidemokratik yapısı değil. Bu yapının tüm dünya sporuna, irili ufaklı kurumlara, ülke federasyonlarına hakim olması. Goldblatt, Guardian’daki yazısında “IOC kendini feshetmeli, varlıklarını demokratik bir şekilde seçilen dünya sporunun yeni kurulacak organına devretmeli” diyor. Jules Boykoff, NOlympians kitabında Olimpiyatlar sayesinde elde edilen devasa parayla bugünkü gibi ev sahibi kentlerin emekçilerinin aleyhine değil lehine çalışan bir yapının hayata geçirilebileceğini savunuyor.
Bu iki görüşün de direksiyonunda IOC’nin olduğu küresel sporun kapitalizmle bağını hafife aldığı fikrindeyim. Oysa IOC’nin, Olimpiyatların bu halde olması tamamen içinde bulunduğumuz ekonomik sistemle, bu sistemin spora verdiği biçimle, ürettiği “spor yöneticisi” tipiyle alakalı.
Örneğin Goldblatt’ın bahsettiği demokratik yapının içini kimler dolduracak? Köşe başını tutanlar sporu kendi çıkarları için kullanan patronlar, şeyhler, dükler, prensler, diktatör yamakları, CEO’lar olmayı sürdürdükçe hesap verilebilirliğin daha mümkün olduğu, demokratik seçimle işbaşı yapmış bir kurum da beklenen değişimi sağlayamaz.
Ya da Boykoff’un bahsettiği olimpiyat parasının kaynağı küresel şirketler tam da olimpiyatların kendi ekonomik çıkarlarını kollayan yapısı sebebiyle orada değil mi? Bu kazan/kazan ilişkisi bozulursa beş halkalı sokaklarda bir dakika durmazlar.
Kısacası olimpiyatların reformu epey zorlu ve karmaşık bir mesele. Ana akım medyanın dahi gidişattan endişeli olması yakında bir “reform” gündeminin başlayacağını, IOC’nin de göstermelik hamlelerle bu oyuna dahil olacağını düşündürüyor. Bense mevcut düzen içerisinde gerçek bir değişimin sağlanmasını imkansız gördüğüm için ulusötesi olimpiyat karşıtı aktivist hareketin toplumsal mücadelenin bir parçası olarak formüle ettiği “Her Yerde Olimpiyata Hayır” şiarını benimsiyorum.
Evrensel'i Takip Et