‘Sabır’ meselesi (1)
Fotoğraf: DHA
Kirvem,
Bir müddetten beri, daha da doğrusu özellikle şu son zamanlarda ülkemizin sathındaki gerek dahili, gerekse harici bilumum işlerimiz giderek sarpa sarıp, bir bakıma tadından yenmez boyutlara ulaştığı için zaten olmayan keyfimiz hepten kaçarken, aynı zamanda da milletçe hep beraber neredeyse birer “dertli dolap” kesilip inildeyip duruyoruz…
İşleri sarpa saran, dertlerine derman ararken çare bulmakta zorlanan halkımızın kahir ekseriyeti her geçen günün ardından umutlarını Allah’a havale edip, ister istemez “sabır küpü”ne dönüştü…
“Derdini söylemeyen derman bulamaz” diyen atalarımızın bu hükmünden yola çıkan vatandaşlarımız, her defasında ülkemizin ali menfaatlerini yakından ilgilendiren maddi, manevi konulardaki meselelerini dillendirmek için devletimizin en tepesindeki koltuklarda oturan hepsi de birbirinden değerli, yetkili, etkili, dirayetli, heybetli zevatın kapılarını bıkıp usanmadan aşındırıp, yanı sıra arzuhaller, istidalar, dilekçeler döşeyip, böylece maruzatlarını, atalarımızın buyurduğu bu yolla aktarmaya çalışırken, nedense, ne hikmetse seslerini duymak istemeyen bu “sağır” kulaklarla baş başa kalıyorlar…
Nitekim halkımızın çoğunluğu, “Derdim çoktur, hangisine yanayım…” türküsünü davul zurna eşliğinde var güçleriyle çalıp çığırdıkları halde; seslerini, soluklarını bu muteber adreslere veya onların yan gelip yattıkları “divan”larına ulaştırmayı bir türlü beceremeyince, bu kez de, “Sabret gönül bir gün olur…” şarkısına sarılıyorlar…
Aslında başımız şu veya bu meseleler yüzünden ağrıdığında; evvelemirde bakkallara uğrayıp birer Aspirin, Gripin, Opon alıp, bir bardak suyla içmek yerine, tam aksine atalarımızın kim bilir hangi eleklerden geçirip, çeşitli imbiklerden süzüp, akabinde de kulaklarımıza küpe niyetine astıkları bu “sabır” dolu sözlerinden medet umuyoruz ama, nafile!
Nafile zira atalarımızın yine kim bilir hangi deneyimlerinden yola çıkıp, sonra da bizlere sanki bir nevi “eşantiyon” babında miras bıraktıkları bu “ata” yadigarı sözlerine kulak kesilip, dolayısıyla rotamızı buna göre çizip, beri yandan da onların torun torbaları olarak hepimize armağan edilen bu “pusula”nın körü körüne kölesi olunca; ne yazık ki, iki yakamız bir araya gelmediği gibi, keza başımızın ağrısı da bir türlü dinmiyor…
Mesela, örneğin, bilfarz ‘Sabreden derviş muradına ermiş” deyip, böylece sabretmeyi, sabrettikçe muradımıza eninde sonunda ereceğimizi vakti zamanında buyuran atalarımızın, şimdilerde çoğu mazide kalan bu “teşhis”lerinin gerçekten de kıymetiharbiyesi acaba var mı?..
Özüme kalırsa no!
Öyleyse… öyleyse gerisini de istersen haftaya konuşalım Kirvem!..
- Bitmeyen yazı* 05 Nisan 2022 00:14
- ‘Saltanat kayıkları’ meselesi 19 Mart 2022 23:23
- 'Ayıp' meselesi 12 Mart 2022 23:00
- ‘Yamuk beyinler’ meselesi 05 Mart 2022 21:31
- ‘İp ipullah sivri külah’ meselesi 26 Şubat 2022 23:05
- ‘Laklakiyat’ meselesi 19 Şubat 2022 20:45
- ‘Saz çalıp çığırmak’ meselesi 12 Şubat 2022 22:00
- ‘Demirkazık’ meselesi 05 Şubat 2022 23:20
- ‘Minik serçe’ meselesi 30 Ocak 2022 02:15
- ‘Enkaz’ meselesi 23 Ocak 2022 02:43
- ‘Rektifiye’ meselesi 16 Ocak 2022 03:40
- "Aç tavuk" meselesi 09 Ocak 2022 02:30