‘Sabır’ meselesi (2)

Kirvem,

Şu kırtıpil alemde, şu yandan çarklı dünyada bileği güçlü, kılıçları keskin olanların şu veya bu meseleler tahtında, şu veya bu taraklarda arzu ettikleri ebatta bez dokumak için sabırdan yana beklemeye zerre kadar ihtiyaçları mafiş!

Çünkü bu zorbaların, bu “tufeyli”lerin tümü, istisnasız hemen hepsi tıpkı pençesi kuvvetli, gagaları sivri kartallar gibi istediklerini zorla elde ederken, aynı zamanda da kurdukları bu keyfi düzenin bir nevi “köle”sine dönüşmüş “gariban”lar tayfasına da, tepeden bakıp küçümsemeleri de, ayrıca işin cabası!

Hal ahval, kerameti kendilerinden menkul bu muktedirlerin, “Böyle gelmiş, böyle gider…” minvalindeki dayatmaları, bu baptaki tatavaları bir yandan sürüp giderken, beri yandan da, “kader”lerini, alın yazılarını nedense, ne hikmetse her defasında sadece Allah’ın kılı kırk yaran adaletine teslim edip, ardından da; zeytin çekirdeğinden yapılmış doksan dokuzluk tespihlerinin yamru yumru tanelerini sabah akşam dur durak demeden sabırla çekip duranların dünyası da, evlere şenlik!

Nitekim ellerindeki tespihleri bıkıp usanmadan hababam debabam şakırdatanların kahir ekseriyeti, sanki birer “sabır küpü”, bu uğurda birer derviş kesilirken, aynı zamanda da atalarımızın buyurduğu, “Sabrın sonu selamettir” hükmünden yola çıkıp, böylece günün birinde sıkıntılarından, dertlerinden kurtulup, dolayısıyla selamete ulaşmanın umuduyla yatıp kalkıyorlar ama, nafile yere oyalanıp duruyorlar…

Kirvem, senin de bildiğin üzere, şu “Kimler gelmiş, kimler geçmiş” aleminde; tüm canlıların “efendi”si olduklarını mangalda kül bırakmayacak kertede yağıp gürleyerek beyan eden insanların, yani hepimizin boyunlarına asılan “ölüm fermanı”nın vakti gelip çattığında, istesek de istemesek de meçhule doğru yelkenlerimizi fora ediyoruz…

Aslında kimilerimiz yine yüce tanrının emir komutası altında “ohh keka” kulvarında ömür tüketip, nihayetinde birer mum gibi sönüp giderken, buna mukabil kimilerimiz de, yakamızdan bir türlü söküp atamadığımı sorunlarımızı bazen “Çile bülbülüm çile…” şarkısı eşliğinde dillendirip dururken bu arada birer “sabır taşı” kesildik…

Kirvem yine malum olduğu üzere son zamanlarda, özellikle de şu son günlere gerek memleket sathında, gerekse uluslarası ilişkilerimizde aksayan, yalpalayıp duran irili ufaklı meselelerimizin neredeyse tümünü;  önce Allah’ın izniyle yavaş yavaş, hedi hedi, siga siga, gamatz gamatz halletmek için ellerinden gelen her türlü gayreti sarfettiklerini günde beş vakit dillendirip duran yetkili zevatın,  şu veya bu baptak icraatları sanki bir nevi  “Gavurdağı salatası”na dönüşünce, hemen işin kolayına kaçıp, akabinde de birer “sabır tüccarı” kesilip duruyorlar…

Tüm sermayeleri, işleri güçleri dön dolaş aynı kapıya çıkan bu “sabır tellalları”nın tek ayak üstünde, tek ağızdan yemin billah edip, akabinde de gari miadı dolan, son kullanma tarihleri çoktan gelip geçen şu mendebur “Yapacağız… edeceğiz…” tekerlemesiyle pazarladıkları bu içi, içeriği boş laflara; bugün, bu saatte hâlâ inanan vatandaşlarımız varsa, o zaman hepsinin göğüslerine  birer “sabır madalyası” asmak acaba “caiz” midir, bunun kararını belki de son zamanlarda fetva üstüne fetva vermeyi neredeyse alışkanlık haline dönüştüren Diyanet İşleri Başkanlığına sormak mı gerekir, bilemiyorum Kirvem!..

Evrensel'i Takip Et