16 Ekim 2021 23:57

Ana dilimi çalmayın!

Fotoğraflar: Pixabay&Unsplash | Kolaj: Evrensel

Paylaş

Milliyetçilik büyük ölçüde kendini beğenmeden oluşur. Milliyetçiler kendilerini çok beğenir, tarih boyunca en güzel özellikleri kendilerinin taşıdıklarına inanırlar. Başkalarının özelliklerini ve ürettiklerini  sahiplenmeyi çok severler. Kendilerine benzemediğini düşündüklerini ise kendileri benzetmeyi isterler. Bu kendine benzetme çabasının olağan ve yaygın görünümü asimilasyon siyasetidir. Bu siyaset işlemediğinde veya var olan koşullar faşizme elverişliyse, devreye yok etme siyaseti sokulur.

Dünya tarihine bilimsel gözlerle bakıldığında milliyetçilik ancak bir kabus veya cehalet ideolojisi olarak görülebilir. İnsanlık tarihine insancıl gözlerle bakıldığında, milliyetçiliğin var olan çeşitliliği ve birikimi tüketmeye yol açtığı da ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti tarihine yakından bakıldığında etkileri halen süren büyük yanlışların hemen hepsinde milliyetçiliğin izleri bulunabilir.

İnsanlık tarihinde önemli bir yeri olan bir bölgede kurulan bir ülkenin çok dilli, çok kültürlü, çok dinli olması yerine her açıdan tekçiliğe uydurulması için büyük çaba gösterildi. Anadolu’da yaşayan insanların konuştukları, kültürlerin belkemiği işlevi gören ana dilleri, milliyetçilik hummasında düşman sayıldılar. Var olan büyük nüfüs tek bir etnik gruptan oluşmuyordu. Osmanlı yönetimi etnik kalıplar peşinde koşmamıştı. Var olan çoğunluk ve gerçeklik tek bir kalıba uymadığı için milliyetçiler duracak değildi. Milliyetçilik kendine uygun millet yaratabilecek bir ideolojiydi. Sonuçta, asimilasyon ve yok etme devreye sokuldu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden neredeyse yüz yıl geçti. Tekçi anlayış karşısına çıkan ana dillerine istenmeyen dil damgası vurmaktan vazgeçmedi. Rumca/Yunanca, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Arnavutça, Süryanice, Kürtçe ve tekçi rejimin kendinden görmediği tüm ana dilleri yok olmaya lâyık görüldü.

Bütün bunları daha iyi anlamak için Gülçiçek Günel Tekin’in, “Beyaz Soykırım: Türkiye’nin Asimilasyon ve Dilkırım Politikaları” (Belge Yayınları, İstanbul, 2009, 2. Basım) başlıklı kitabını okumakta büyük yarar var. Kitapta yer alan, ana dili Arnavutça olan bir çocuğun öyküsüne 2013’de yer vermiştim.

Bugün Süryanice ile ilgili bir alıntı yapayım: “Süryaniler çok ciddi bir dil asimilasyonu yaşıyor; dilimiz yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Süryanice eğitim veren hiçbir okulumuz yok. Sadece kilise bünyesinde, dini eğitim kapsamlı Süryanice dili öğretilmektedir. Bu durum dilimiz için çok yetersizdir. Çok ciddi bir dil asimilasyonu yaşıyoruz. Türkçe eğitim veren okulların açılmasıyla birlikte yeni [kuşak] artık Türkçe konuşmaktadır. İstanbul’da bulunan Süryaniler ise bizden daha da hızlı bir asimilasyonla karşı karşıyadır. Süryanice eğitim veren okullar açılmadığı takdirde, dilimiz yok olma süreciyle karşı karşıyadır. Yani Hıristiyanlığın kutsal dili, Mezopotamya’nın en eski, en kadim dili yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Mutlaka bu sorunun bir an önce çözümlenmesi gerekir. Bizim de devletten en öncelikli istemimiz, bütün demokratik ve çağdaş ülkelerde olduğu gibi, kendi okullarımızın olması ve ana dilimizle eğitim yapma olanağına kavuşmamızdır.” (s.249-250)

Bugün Türkiye’deki her çocuk için en temel gereksinim, adalet ve barış. Bu dilleri de kapsıyor. Her ana dili, milliyetçiler ne derse desin, Türkçe kadar değerli. Türkiye’de bulunan bütün ana dilleri için adalet gerek. Ana dili yasaklanan her çocuk korkunç bir adaletsizlik ile karşı karşıya kalır. Bu da büyük bir yanlış. Çok dilli bir toplumun bölünmüş bir toplum olduğunu sananlara bir kez daha söyleyelim: Bölünme, adaletsizlik, yasaklar ve yabancılaşmadan kaynaklanır. Ana dilleri bölmez, tam tersine birleştirir.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa