Bir Dostoyevski savunucusunun halleri!

Recep Tayyip Erdoğan | Fotoğraf: DHA

“Hale bak, Almanya’da Filarmoni Orkestrasının Şefi Putin’in arkadaşı diye görevine son veriliyor. Böyle saçmalık olur mu? Dostoyevski’nin eserlerine yasak getiriliyor. Böyle saçmalık olur mu? Tarihte Bağdat’taki kütüphaneleri yakıp yıkan Hülagü’den ne farkı var. Aynı bunlar. Ne yazık ki bu asrın artık bu zamanında bunları görmek gerçekten biz siyasetçileri kahrediyor.” Bu sözler bir anket konusu yapılarak, bu ülkedeki vatandaşlara yukarıdaki sözleri söyleyen kimdir diye sorulsa yanıtlar ne olurdu acaba? Her halde büyük bir demokrat ve özgürlüksever birisi diye yanıtlayanlar az sayıda olmazdı.

Ülkenin gündemini yakından takip edenlerin kolayca bileceği gibi bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. AKP grup toplantısında konuşan Erdoğan ekonomiden siyasete, dış politikadan iç politikaya kadar pek çok konuda görüşlerini açıklarken Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında Batı’nın bazı ülkelerinde ortaya çıkan gerici, ırkçı tutumları böyle eleştiriyor. Eğer bunları söyleyen kişinin sadece kişisel olarak açtığı hakaret davalarında on binlerce kişi yargılanmasaydı, bu ülkenin gazetecileri, politikacıları, seçilmiş belediye başkanları hapishanelere tıkılmasaydı, sanatçıları hain ilan edilmeseydi, muhalif basın, yayın organları üzerinde ağır bir baskı, daha 8 Mart’ta bu ülkenin cesur ve mücadeleci kadınları üzerinde terör estirilmeseydi bu sözlerin bir değeri olurdu.

Ama ülkenin ağır bir baskı rejimi altında olduğunu, tsunami gibi vuran ekonomik krizin ülkenin vatandaşlarını perişan ettiğini, Erdoğan iktidarının uyguladığı dış politikanın ülkeyi yalnızlığa sürüklediğini, şimdilerde bu politikadan dönülüp söylenilenlerin, yapılanların yalanıp, yutulduğunu yaşayıp görüyoruz. Eğer Erdoğan’a Dostoyevski’nin hangi kitabını ve kahramanını sevdiği sorulsaydı her halde kitap Kumarbaz, kahramanı da rulette kazanan, sonra yine sefil yaşamına dönen İvanoviç olurdu. Çünkü ülkenin sanayiden tarıma biriktirdiği tüm zenginlikleri satıp savuran, elde ettiği geliri büyük sermayenin bir avuç kesimine yatıran, sonra başladığı yerin daha gerisine düşen, halkına sefaleti layık gören bir iktidar sahibinden başka bir yanıt beklenemezdi.

Tablo ortadadır; akaryakıta her gün yapılan zamlar vatandaşları canından bezdirmiş durumda. Artık kontak kapatma eylemlerinin gündeme gelmesi söz konusu. İşçiler çeşitli iş kollarında son iki ayda ekonomik koşullarını biraz düzeltme talebiyle, pek çoğu başarıyla biten 200’den fazla eylem gerçekleştirdi. Şimdilerde iktidarın yeni bir “Gerekçesi var.” Diyor ki “Savaş çıktı, tüm ülkeler sıkıntıda, biz yine de iyi durumdayız, rekor düzeyde büyüdük vb.” Oysa çok iyi biliniyor ki ülke savaş patlamadan çok önce ağır bir ekonomik krize yuvarlanmıştı ve krizin ağır sonuçları büyük dalgalar halinde halkı vurmuştu ve vurmaya da devam ediyor. Savaş elbette bir rol oynuyor ama savaşın ekonomiye olumsuz etkisi çok sınırlı. Yani ortada bu sorunların kaynağı savaştır denilebilecek bir tablo yok.

Sözü edilen büyümeden ise vatandaşın payına düşen yıkımdan başka hiçbir şey yok. Bankalar, holdingler, kısacası büyük patronlar fahiş kârlar elde ettiler ve büyüdüler. Vatandaşın payına düşen ise açlık, yoksulluk, işsizlik, ödenemeyecek faturalar, çarşıda, pazarda yanına yaklaşılamayacak temel ihtiyaç maddeleri, aydınlatılmaktan, ısıtılmaktan kaçınılan evler, diğerlerine göre üç beş kuruş daha ucuz olan bazı gıda maddeleri için uzayıp giden kuyruklar oldu.

Ülke daha önce de ekonomik krizler gördü ve yaşadı. Ancak bugünkü gibi ağır ve yıkıcı bir sonuç, felaket düzeyindeki tahribat hiç yaşanmamıştı. Sendikaların, meslek örgütlerinin, küçük üreticilerin, dün “orta gelir” düzeyindeyken bugün dar gelirliler arasına katılmış olan kesimlerin seslerini yükseltmeleri, mücadeleye daha geniş kitleler halinde atılmaları için doğru zaman bu zaman değilse acaba hangi zamandır?

Evrensel'i Takip Et